Adı Değişen Sistem, Değişmeyen Yapısal Sorunlar

Son yıllarda Türkiye'de eğitim ve akademi alanında yapılan düzenlemeler dikkat çekici bir ortak paydada buluşmaktadır: isim değişiklikleriyle reform algısı oluşturma eğilimi.

TEOG'un kaldırılıp yerine LGS'nin getirilmesi, dershanelerin kapatılıp yerlerine kurs merkezlerinin açılması, yardımcı doçentliğin kaldırılarak "doktor öğretim üyeliği" unvanının ihdas edilmesi bu eğilimin somut örnekleridir. Ancak bu düzenlemelerin her biri, yüzeyde değişim izlenimi verse de yapısal bir dönüşüm yaratamamıştır.

Bu noktada temel soru şudur: Hükümeti kim, nasıl ve neden bu kadar yüzeysel değişikliklerle yönlendirebilmektedir

Sorunun kaynağı, çoğu zaman karar alma mekanizmalarının kısa vadeli siyasi ve toplumsal beklentiler üzerinden şekillenmesidir. Eğitim gibi uzun vadeli, istikrar gerektiren bir alanda yapılan her ani değişiklik, sistemin sürdürülebilirliğini zayıflatmakta; öğrenciden öğretmene, veliden akademisyene kadar tüm paydaşlarda güvensizlik oluşturmaktadır.

1. Sınav Sistemleri ve Belirsizlik Sorunu

TEOG'un kaldırılması ve LGS'nin getirilmesi, isim farklılığı dışında ölçme ve değerlendirme sisteminde köklü bir yenilik getirmemiştir. Aksine, öğrenciler her birkaç yılda bir değişen sınav formatlarıyla karşı karşıya kalmakta; bu da hem akademik motivasyonu hem de psikolojik istikrarı olumsuz etkilemektedir. Eğitim bilimi literatürü, sistemin başarısının istikrara ve öngörülebilirliğe bağlı olduğunu ortaya koymaktadır. Türkiye'de ise reformların çoğu ani, tepkisel ve plansızdır.

2. Dershane-Kurs Paradoksu

Dershanelerin "kapatılması" kararı, fırsat eşitliği ve eğitimde kamusal adalet söylemiyle meşrulaştırılmıştır. Ancak fiiliyatta dershaneler aynı işlevle "özel kurs merkezleri" adı altında varlığını sürdürmektedir. Bu durum, yalnızca isimsel bir dönüşüm olup, sistemin sosyoekonomik temellerine dokunulmadığını göstermektedir. Eğitimdeki rekabetçi yapı ve sınav odaklılık değişmedikçe, alternatif özel sektör kurumlarının varlığı da kaçınılmazdır.

3. Akademide Unvan Reformu

Yardımcı doçentlik unvanının kaldırılıp yerine "doktor öğretim üyesi" getirilmesi ise akademik hiyerarşideki bürokratik sorunları çözmekten ziyade, yüzeysel bir imaj düzeltmesi olarak kalmıştır. Akademik üretkenliği, liyakatı ve bilimsel özgürlüğü artıracak yapısal reformlar yapılmadan unvan değişikliklerinin anlamı sınırlıdır. Akademik kalite, unvanla değil, üretimle ölçülür. Türkiye'de akademi hâlâ atama kriterleri, kadro dağılımı ve performans ölçütleri bakımından ciddi bir yeniden yapılanmaya muhtaçtır.

Buna ek olarak, akademik camiada giderek derinleşen mali adaletsizlik sorunu da görmezden gelinemez. Günümüzde birçok akademisyen, 6–8 yıl süren lisansüstü eğitim sürecinin ardından, bazı kamu kurumlarında görev yapan ilkokul mezunu işçilerden dahi daha düşük maaş almaktadır. Bu durum yalnızca bireysel bir mağduriyet değil, aynı zamanda bilimsel üretimin motivasyonunu zedeleyen bir yapısal problemdir. Akademisyen, geçim kaygısı içinde bilimsel araştırma üretemez; bilim, ekonomik baskı ortamında yeşermez. Bu nedenle akademik zam artık bir lütuf değil, bir zorunluluk hâline gelmiştir. Bilime değer veren hiçbir toplum, bilim insanını geçim sıkıntısına mahkûm etmez.