Hadis-i şerifte"Acele şeytandan, teenni Rahmandandır"buyurulmuştur. (Tirmizi)
Teenni yani temkin ve ihtiyatlı olmak İslam ahlakının güzelliklerindendir. Korkak olmamak, cesur hatta kahraman olmak teenniyi elden bırakmaya sebep değildir. Nice büyük cihangir bu vasıfla hüküm sürdü. Fatih Sultan Mehmed, Kanuni Sultan Süleyman, II. Abdülhamid Han hep teenni ile hareket ettiler.Zaten hükümdarlara nasihat niteliğinde yazılan siyasetnamelerde acele işe şeytanın karışacağı, temkinli ve tedbirli olmak gerektiği ve istişarelerde mutlaka bulunulması hususu özellikle vurgulanmıştır...Mısır'ı fetheden Sultan Selim uzun süre bölgede kalmış ve Osmanlı teşkilatını yerleştirmişti. Artık geri dönülmesi gerektiği yolunda Kemalpaşazade'nin, güya askerin ağzından naklettiği bir şiiri duyunca,"olmaz öyle şey, daha burada kalacağız, herkes haddini bilsin"falan dememiş ve derhal İstanbul'a dönüş kararı almıştı. Zira anlamıştı ki artık memleket Kemalpaşazade dâhil herkesin burnunda tütüyor. Ne diyordu Kemalpaşazâde o şiirde:Nemiz kaldı bizim mülk-i Arab'daNice biz dururuz Şam u Haleb'de
Cihan halkı kamu ayş u tarabda,
Gel ahî gidelim Rûm illerine!Zaten diktatörlerle liderleri ayıran mühim bir fark da işte budur. Biri kendisi dışında kimsenin söylediğine kıymet vermez. Bu yüzden ani şekilde parlasa da yıkılması uzun sürmez. Avrupalıların"Muhteşem"dediği bizim sadece"Kanunî"demekle iktifa ettiğimiz Sultan Süleyman her adımını teenni ile atardı. Mohaç'ta koca bir devleti tek hamle ile yuttuğunda da teenni vardı, Viyana'yı düşürmek üzere zorlamayışında da… Tebriz'e girdikten sonra Şah'ın peşine takılıp köşe bucak onu arayabilirdi. Muhtemelen nihayet yakalar ve ortadan kaldırırdı. Lakin böyle yapmadı. İran Şahı ele geçirilmeden bölgenin uzun süre elde tutulamayacağını bildiği hâlde geri döndü.Osman Gazi'nin oğlu Orhan Bey'e ve belki bütün ahfadına;Osman Ertuğrul oğlusunOğuz Karahan neslisinHakkın bir kemter kulusunİstanbul'u aç gülzar yapdiye nasihattebulunması teenninin elden bırakılması manasına gelmiyordu. Yıldırım Bayezid dönemini müstesna tutacak olursak II. Murad Han dönemine kadar Osmanoğulları bu"Kızılelma"ya (İstanbul) doğrudan yürümedi. Şartların olgunlaşmasını bekledi. Sultan Mehmed babası zamanında düşürülemeyen Orta Çağ'ın bu en büyük kalesine muazzam bir orduyla yürüyüp Doğu Roma'yı tarihin derinliklerine gönderdi...Bunlar ve daha nicelerinde akıl var, zekâ var, kahramanlık var, ihlas var ve nihayet teenni var. Bunların bir kısmı ana babamızdan getirdiğimiz hususiyetler. Bir kısmı ise İslam medeniyetinden devraldığımız hazineler. Mesela teenni böyle. Sonunu düşünerek adım atmak fakat icap eden yerde de gerekli kahramanlığı göstermek. Fatih'in Boğdan seferinde askerin tavrını beğenmeyip ileriye atılması bunun misali.İslam tarihi aynı hassasiyetlerle dolu olup Kudüs fatihi Selahaddin Eyyubi de bunun en güzel örneklerinden biridir...İKİ DEVLET ÜÇ SULTANMelikşah'tan sonra Büyük Selçuklu Devleti bir anda birkaç atabeyliğe ayrılmış, ülke güçlü emîrler arasında mücadele sahasına dönmüştü."Küçük olsun benim olsun"prensibi Müslümanlara büyük acılar yaşatmıştı. Gerçi Anadolu Selçuklu Hükümdarı Kılıçarslan vurkaç taktiği ile Anadolu'ya 600 bin kişi olarak giren haçlıları elli bine kadar düşürmüştü fakat bu elli bin bile Müslümanlara büyük zarar vermişti. Haçlılar Orta Doğu'da kontluklar ve Kudüs Krallığı'nı kurmuşlardı. Bütün bunları yaparken oluk oluk Müslüman kanı akıtmışlardı...İşte bu safhada birbiri ardınca kurulan iki devlet ve onların üç sultanı dikkati çekecekti. Tarihe yön veren bu iki hanedanlıkZengilerileEyyûbiler'di. Sultanlarının hanedanlıkları ayrı olsa da birliktelikleri dikkate şayandı. İhlasları, samimiyetleri, din gayretleri, cihad ehli oluşları temel vasıflar idi. Hedefleri ise Kudüs'tü.Ne var ki bu hedefe doğrudan gitmeyecekler, teenni ile yol alacaklardı. Önce hedefe varmaya mâni olan engelleri ortadan kaldıracaklardı ki İmadüddin Zengi Urfa Kontluğu'nu fethederek bu yoldaki ilk mühim adımı attı.Onun şehadeti ile ülke yeniden bir kargaşanın içine düştü. Nureddin Zengî'nin ilk sekiz yıllık dönemi o kargaşayı gidermek ve Haçlılarla mücadeleyle geçti. Mısır'ı almadan Haçlılara nihai darbeyi indiremeyeceğini ve Kudüs'e hâkim olamayacağını anlamıştı.Nitekim Zengî ve Eyyûbî hanedanının birlikteliği Mısır'daki Şiî-Fâtımî devletini ortadan kaldırdı. Mısır ve Yemen Zengîler devletine katıldı. Hem siyasi hem inanç birlikteliği sağlandı. Artık hedef Kudüs idi. Nureddin Mahmud Zengî, Mescid-i Aksa'nın minberini dahi hazırlatmıştı. Fakat 1174'teki vefatı hedefe yürümesine mâni oldu...Dile kolay iki ailenin bir ve beraber fetih hareketleri tam 36 yıl sürmüştü. Babalarla başlayan dayanışmaya torunlar da dâhil olmuştu. Arada tek problem Mısır fethedildikten sonra yaşanmıştı.Bir kısım devlet adamları Selahaddin Eyyûbî'nin konumunu çekemeyerek Selahaddin ile Sultan Nureddin arasında fitne kazanları kaynatmaya başlamışlardı. Böylesine nazik bir dönemde Selahaddin Eyyubi'nin babası Necmeddin Eyyûb derhâl devreye girerek oğlu Selahaddin Yusuf'a;"Ben ki babanım! Bu Şihabüddin de dayın. Şu gördüklerin arasında seni en çok seven bizleriz. Vallahi eğer ben ve dayın Nureddin'i görsek onun önünde yer öperiz. Eğer kılıçla senin boynunu vurmamızı emrederse and olsun ki vururuz. Biz bu vaziyette olursak sen diğerlerinin sana ne yapacağını beklersin"diyerek ağır sözler söyledi. Selahaddin Eyyûbî babasının bu nasihatleri üzerine gelişebilecek bir fitnenin önünü alarak Nureddin Mahmud'a bir kez daha bağlılığını arz etti. Böylece fitneye geçit verilmiyor, onca yıllık emeğin heba edilmesine mâni olunuyordu...