Kavukluyla Pişekâr!..

Ağzı olan konuşuyor. Geçenlerde şahsıma yöneltilen bir soru üzerine Bilim Tarihi profesörü İhsan Fazlıoğlu ile Jeoloji profesörü Celal Şengör'ün YouTube'daki ilgili videolarını dinledim. Her ikisi de gayriciddi bir tavırla Osmanlı fetihleri üzerine konuşuyorlardı. Dikkat ederseniz"değerlendirme"demiyorum zira bunların yaptığı; değil ilmîkonuşmak hayatın tabii akışındaki bir konuşma bile değildi!.. Türk ve İslam düşmanlıklarını sulu cümlelerle dışa vurmaktı.

Peki ne diyorlardı bu videolarda

Bu defa dillerine doladıkları husus feth-i mübindeki manevi yardım meselesiydi. Her ikisi de sanki ağız birliği etmişçesine aynı noktadan çemkiriyordu!Fetih için bir yalan uyduruyorlar ve sonra o yalana gülüyorlar ve milleti güldürüyorlardı. Güya Akşemseddin,"Son hücumda beyaz entarili insanlar yardıma geldi ve onlarla aldık"demiş.Fatih de kendisine kılıcını göstermiş.

Şengör hemen hükmü de yapıştırıyor:"Halkın, Fatih'i neden sevmediğini anladınız mı"

Bu ifade Şengör'de ciddi bir muhakeme problemi olduğunu da gösteriyor. Büyük hakana karşı edepsizliğinin, cehaletinin dışında böyle bir problemi de var anlaşılan. Zira Fatih'in sevilip sevilmemesiyle yukarıdaki hadisenin nasıl bir alakası olabilir Yani halk manevi yardım geldi diye Fatih'i sevmeyecek öyle mi Demek ki manevi yardım gelmeseydi Fatih'i çok sevecekti(!)Maalesef böyle biri üstelik profesör titriyle tarih alanında TV'lerde ahkam kesiyor! İlim camiası namına hem yazık hem utanç verici.

İşin diğer tarafına gelince. Eğer böyle bir hadise varsa ve halk bunu duymuşsa Fatih'i daha çok sever. Allahü teâlânın yardımının geldiğini anlayan herkes Fatih'e daha bir sıkı sarılır. Gelin görün ki şu kadarcık değerlendirmeyi yapamayacak bir zihnîçürümüşlükle karşı karşıyayız...

***

Fazlıoğlu'nun durumu da farklı değil. Aynı laubali üslup onda da var. Sanki ne konuşalım diye bir araya gelmişler. Hatta sadece ne konuşacaklarını değil nasıl konuşacaklarını da kararlaştırmışlar. Âdeta"söyleyelim, gülelim, güldürelim"demişler. Belki birbirlerinden hiç haberleri yok fakat videoları tek yumurta ikizi gibi. Bu da galiba neye nasıl inandıkları, neye nasıl inanmadıklarıyla alakalı bir husus. Kafa ve kalp yapısı aynı olunca ikisinden de aynı şeyler sadır oluyor…

Ne diyor Fazlıoğlu bakalım! Öncelikle mevzuya girişi bile sakat:"Türk tarihinin en dâhi sultanı Fatih'tir. Filozof sultandır çünkü. Türklerde filozof öyle kolay değil."Görüldüğü gibi'filozof'u matah bir şey zannediyor. Sokrat'ı, Eflatun'u, Aristo'yu ve şürekasını bir varlık zannediyor anlaşılan. Vaktiyle onlara özenenler imansızlık sahiline demir atmıştı. Farabi'sinden İbni Sina'sına, İbni Rüşd'üne kadar böyle idi. İmam-ı Gazali hazretleri Tehâfü't-el-felâsife'de öncekilere ve sonrakilere icap eden cevabı vermişti. Daha nice Ehl-i sünnet âliminin cihanı aydınlatan o mübârek kitapları dururken felsefeyi ve felsefecileri bir şey sanmak nasıl bir nasipsizliktir!..

Hezeyan bunların yanında hafif kalır!

Öyle şeyler söylüyor ki hezeyan bunların yanında hafif kalır. Güya o günlerde İstanbul'da şu söylenti dolaşıyormuş:"Akşemseddin olmasaydı, Şeyh Ubeydullah-ı Ahrâr hazretleri Türkistan'dan elli bin müridini göndermeseydi İstanbul'un fethi mümkün olmazdı."Bu söylenti Fatih'in kulağına gidince Akşemseddin'i yanına çağırmış, kılıcını boğazına dayamış ve"Bu kılıcın hiç mi hakkı yok"demiş. Sonra da Akşemseddin'i sürgüne göndermiş. İstanbul'a girişini yasaklamış. Bir bilim tarihi profesörünün hakka hakikate bu kadar zıt, üstelik fevkalade komik cümleleri artarda sıralaması kolay anlaşılabilir bir iş değil. Bu kadar cehalet için çok özel bir tahsil görmek lazım!Fazlıoğlu'nun ifadelerini ayniyle verelim:"Kanına dokunuyor adamın, kanına dokunuyor. Çağırıyor Akşemseddin'i. Çekiyor kılıcını dayıyor boğazına. Hocam, bu kılıcın hiç mi hakkı yok, Allah aşkına diyor. Ve biliyorsunuz Akşemseddin sürgünde ölmüştür. İstanbul'a girmesi yasaktı."

Bilim tarihi profesörümüzün bu iddiası tamamen havadadır. Kendisi TRT'ye taş çıkartan bir senaryo yazmıştır. Akşemseddin hazretlerinin yanında sesini dahi yükseltmeyen,"Onu gördüğümde dizlerim titriyor"diyen Fatih nerede kaldı ki hocasının boynuna kılıç dayasın. Onu sürgüne yollaması, İstanbul'a girişini yasaklaması iddiaları da ayrı bir skandaldır!..

Fatih Sultan Mehmed Han'ın şeyhler dervişler ve manevi ruhlarla İstanbul üzerine yürüyüşü kaynaklarda şu şekilde anlatılmaktadır:

"Ulema, şeyhler, seyyidler ise geçerli töreler gereğince, ol gazi padişahın katında bulunmak, gaza sevabını elde etmekle yüceldiler ve onun otağı yanında yürüyüp, dualar eylemekten bir dahi geri kalmadılar. Şanı yüce padişahla atbaşı giderek Hakk'ın verdiği nimetlere şükrettiler. Her an fetih ve zaferin nasip olması duasına, emel ve dileklerinin gerçekleşmesine yakarışlarını sürdürdüler. Gerçekten de rehberi zafer olan bu seferde saf ruhlarbirlikte, gayb orduları ise askerin öncüsü olarak ilerlemekte idi. Ama o tarihlerde hayatta olan, gizli sırları bilenlerden, apaçık kerametler gösterenlerden, Hakk'ı gören Akşemseddin hazretleri ile Akbıyık Dede, İslam askerine yüz aklığı olmak için duaya devam ediyorlar ve padişahın buyruğu gereğince zaferleri yüklenmiş otağı yanında yürüyorlardı"(Tacü't-Tevarih, trc. İsmet Parmaksızoğlu, c.2, 275-276)

Müslüman en üstün silahlarla zaferi kazansa bile bunu silaha hamletmez. Başarının da başarısızlığın da sevincin de kederin de Rabbinden geldiğini bilir. O sadece Allahü teâlâ sebeplere yapışmayı emrettiği için bunun gereğini yapar. İslam tarihinde hazırlık yapmadan meleklerin yardımına güvenerek girilen hiçbir savaş yoktur.