İttihat ve Terakki'den FETÖ'ye!

9 sene önce 15 Temmuz'da atlattığımız tehlike çoğumuz tarafından gereği gibi anlaşılamadı. Konu siyasi malzeme hâline getirildi ve sulandırıldı. Bugüne kadar olan darbeler gibi görüldü. Hâlbuki hadise tam bir işgal teşebbüsüydü. Maazallah başarılı olsalardı Türkiye'yi birkaç parçaya böleceklerdi. İstanbul ve çevresi Türklerden alınıp beynelmilel bir yapıya daha doğrusu Anglosakson-Yahudi ittifakına verilecekti.

Birinci Cihan Harbi'nden sonra imparatorluğumuz tarih sahnesinden çekilmişti. Devleti bu noktaya Tanzimat'la başlayan, Islahat'la devam eden, Meşrutiyet'le son darbeyi vuran kuşatma getirmişti. O günün CHP'si olan İttihat ve Terakki (ki kendileri de bunu her fırsatta ifade ediyorlar) her türlü yönlendirmeye açıktı. Üst kademesinin kahir ekseriyeti masondu. Enver gibi mason olmayanlar da masonların maşası pozisyonundaydı. Hangi adımın hangi neticeyi getireceğini bilmekten uzaktı. Heyecanlı konuşmalarla herkes birbirini gaza getiriyor ve şanlı devletimiz acı sona doğru ilerliyordu.

Esasen bu tip adamlar her devirde vardır. Fakat bünye sağlamken onlar zurnanın son deliği bile olamaz. Ne var ki zayıf düşünce bu gibiler yabancıların da itelemesiyle çok çabuk yükselirler. Tanzimat felaketini hazırlayan Reşid Paşa böyledir, onun çömezleri Fuad ve Alî paşalar böyledir, bizi 93 Harbi'ne sokan Mithat Paşa böyledir, nihayet Talat, Cemal, Enver böyledir.

Cihan harbinin ardından bizi dağıtan güruh maksadına fazlasıyla ulaştığını düşünmüştü. İslam'ın bayraktarı bir millet her bakımdan zincire vurulmuştu. Hukuku ayaklar altına alınmış, dinî ve millî değerlerine karşı sanki savaş açılmıştı. Bunu da İttihat ve Terakki Fırkası'nın devamı pozisyonundaki CHP ile yapıyorlardı.

Topraklarımız da çok küçülmüştü. Arabistan dahi elimizden alınmıştı. Hatta yanı başımızdaki Irak ve Suriye bile elden çıkmıştı. Bunlar o günün şartlarında Batılılar için çok büyük başarılardı. Her şeye rağmen dört beş milyon kilometrekareden küçük olmaması gereken topraklarımız sekiz yüz bin kilometrekarenin altına düşürülmüştü. O günkü şartlarda bunun daha da ufalanması düşünülmemişti. Zaten o topraklarda da her istediklerini yapan bir idare kurulmuştu. Hesaplarına göre bir elli sene sonra Müslüman Türk'ün vatanında Allah diyen kimse kalmayacaktı. Hasılı Türk, Türk olmaktan çıkacaktı. Hesap ve tahminleri bu istikametteydi.

Gel gör ki evdeki hesap çarşıya uymadı. Türk'ün bin yıllık mayasını bozmak kolay değildi. İşte bu noktada yeni bir plan yapmak, yeni bir yol haritası çıkarmak gerekiyordu. Memleketi bütünüyle tekrardan zincire vurmak icap ediyordu. Yalnız burada farklı bir yol takip edilecek ve Türk milletine artık hiçbir surette tehlike teşkil edemeyeceği bir alan bırakılacaktı.

Birçok darbe teşebbüsü ve darbe olsa da bunlarla hedefe varılamıyordu çünkü bunlar arasında memleketini seven insanlar da vardı. Öldürücü darbe beyni tamamen yıkanmış robotlar vasıtasıyla indirilecekti. Bu ameliye siyaset yoluyla gerçekleştirilemezdi. Tam bağlılık için İslam görünümlü bir misyoner teşkilatı kullanılacaktı. Aranan kişi nihayet bulunmuştu. FETÖ bu iş için teşkil edildi.

Aslında bu yol ABD'nin genel siyasetiydi. Hedef aldığı her ülkede FETÖ tarzı yapılanmalara giderek dünyanın her yerinde kendisi namına hareket eden köleler ordusu kuruyordu. Bunu fark eden devletler tedbir alıyor, edemeyenler her türlü operasyona açık hâle geliyordu. Mesela Rusya bu tür sızmalara karşı en sıkı tedbirleri alan ülke olarak görünüyor. Nitekim FETÖ'yü de yıllar önce İngiliz'e casusluk yapıyorlar diye yasaklamıştı.

FETÖ nasıl büyüdü

İlk taşlar 1970'lerin sonlarında döşenmeye başladı. Seksen ihtilalinden henüz birkaç sene geçmişti ki Fetöbaşı, "hoca efendi" sıfatıyla camilerde miting gibi toplantılar yapmaya başlamıştı. Özallı yıllardı. Vazifesini seksen öncesinde almış, ihtilal yıllarında (1980-82) yeni dönemin projesi çizilmişti.

Müslüman evlatları kandırılıyor ve o ağa düşenin beyni ele geçiriliyordu. Yapılan tam bir misyonerlik faaliyetiydi. O andan itibaren ortada insan falan kalmıyordu. Emre amade robotlar vardı ve sayıları her geçen gün katlanarak artıyordu.

FETÖ, Özal, Demirel, Ecevit ve AK Parti dönemlerinde büyüdü. Bilhassa Ecevit büyük destek verdi, 28 Şubat döneminde saldıranlara karşı önünde cansiparane kalkan oldu. Zira o FETÖ'nün içyüzünü biliyor ve seve seve o faaliyetleri destekliyordu.

Şunu da hatırdan çıkarmamak gerekir ki, TÜSİAD üyelerinin hemen tamamı da FETÖ'yü destekledi. Büyük kısmı severek, çok küçük bir kısmı istemeyerek, fakat hepsi destekler. AK Parti'nin ilk yıllarda Kemalist yapının hedefi olması FETÖ'nün önünü daha da açtı. Denize düşen yılana sarılır kaidesi gereğince Tayyip Bey istemeyerek de olsa karşısındaki darbe yanlısı Kemalist azgınları FETÖ ile dengeledi. Bu ise iyiden iyiye şımarmalarına sebep oldu.

Fetullahçı Terör Örgütü, CIA'in Türkiye'deki en mühim teşkilatıydı. Her yere sızmıştı ve sızıyordu. Ülkede ve hatta dünyada eğitim neredeyse onların elindeydi. Bülent Arınç "Devletimizin yapamadığını onlar yapıyor", diyerek arka çıkıyor, övüyor ve destekliyordu. Fakat ne yaptıklarını vatan evlatlarını nasıl mankurt ettiklerini görmüyordu. Sevgi gözleri kör ediyordu. Moldovyalı kızlar şarkı söylerken o ağlıyordu.

İngiliz-siyonist iş birliği Abdülhamid Han döneminde olduğu gibi bu defa da eğitim ve dershaneler yoluyla ülkemizi ahtapotun kolları gibi sarmıştı. Devlet kademeleri tamamen onlar tarafından dolduruluyordu. Askeriye, Millî Eğitim, Diyanet en mahrem devlet teşkilatları onların elinde idi. Devşirebildiklerini devşirmişler, devşiremediklerini sistemin dışına atmışlardı.

2010 yılında artık devlet bizim dediler. FETÖ, artık her kurumun başında kendilerinden birini istiyordu. Hakan Fidan Bey'in istihbaratın başına gelmesini engelleyemeyince çıldırdılar. Altı yıl boyunca ülkenin başına onlarca gaile çıkardılar. Başarılı olamadılar.

Nihayet CIA'in verdiği talimatla 2016'da işgal hareketini başlattılar. Kolay olacağını düşünmüşlerdi. Halk palet seslerini duyunca evine kapanacak, onlar da birkaç saat içerisinde memlekete hâkim olacaklardı.

Ne var ki takdir-i ilahi böyle değildi. Cumhurbaşkanı'mız baskından dakikalar önce otelden ayrılmış ve milletini ayağa kaldırmak üzere harekete geçmişti. Zaten oradan cep telefonu vasıtasıyla yaptığı ilk açıklamalar asil milletimizi sokağa dökmeye yetmişti. Yüz binler değil, milyonlar değil, on milyonlar sokaktaydı ve ruhunu CIA'e satmış bu vatansızlara haddini bildirmek üzere yola koyulmuştu.