Özgür yaşamak her canlının hakkı
İnsan, tarih boyunca kendinden farklı olanı anlamaya çalışmak yerine onu ezmeyi, tutsak edip eziyet etmeyi veya yok etmeyi seçti. Farklı görünene karşı hep aynı kibirle, hep aynı hoyratlıkla davrandı.
19'uncu yüzyılda Avrupa'nın büyük şehirlerinde insanat bahçeleri kurulduğunu biliyor muydunuz Bugün bize özgürlükten, eşitlikten söz eden o medeni Avrupa'da, insanlık tarihinin en utanç verici sayfaları yazıldı.
Sırf ten renkleri, konuşmaları, kıyafetleri, yaşam tarzları farklı diye yaşadıkları topraklardan, ailelerinden, hayatlarından koparılarak Afrika'dan, Asya'dan, Amerika'dan insanlar toplanıp getirildi.
Şehir meydanlarına, fuarlara, sergi alanlarına kurulan yapay köylere yerleştirildiler. Çamurdan kulübeler, sazdan çatılar, taş fırınlar yapılarak sözde doğal ortamlarındaki hayatları canlandırıldı. Sergilenen insanlar, günlük yaşamlarını canlandırmaları için zorlandı, eziyet edildi. Zavallı insanlar, egzotik hayvanlar gibi Avrupalılara sergilendi.
Aileler bilet alıp onları izlemeye gitti, çocuklarına gösterdi, arkadaşlarına anlattı. O zavallılar ise çevrelerinde dolaşan binlerce insanın bakışları arasında, yabancı topraklarda, istemedikleri bir hayatı yaşamak zorunda bırakıldılar. İnsanat bahçeleri (human zoos), 19'uncu yüzyılın sonlarından 20'nci yüzyılın ortalarına kadar çeşitli Avrupa ülkelerinde ve Amerika'da düzenlendi.
***
Aradan yıllar geçti, sonunda insanat bahçeleri kapandı ama o zihniyet hiç değişmedi. Bugün aynı utancı hayvanat bahçelerinde sürdürüyoruz. Yine onları doğal yaşamlarından koparıp beton kafeslere hapsediyor, özgürlüklerini ellerinden alıyor ve tüm bunları eğitim ve koruma adı altında meşrulaştırıyoruz. Çocuklarımıza doğayı öğretmek için hayvanları demir parmaklıkların arkasına koyup sergiliyoruz. Sonra da o hayvan neden mutsuz, neden saldırgan diye şaşırıyoruz.
Geçen hafta Manavgat'ta yaşanan trajedi bunun acı bir örneği. Kafesinden kaçan bir aslan, korkusundan ya da içgüdüsünden birine saldırdı diye tehlikeli ilan edildi. Zeus adını verdikleri bu aslan, yıllarca beton duvarların arasında hapsedildi, özgürlüğü elinden alındı. Doğasına uymayan, esaret altında tutulduğu yerden kaçtı diye, uyuşturucu iğneyle etkisiz hâle getirmek varken, canlı yakalama çabası bile gösterilmeden üzerine kurşun yağdırılarak öldürüldü.
Çünkü biz insanlar, önce tehlikeyi kendimiz yaratır, sonra o tehlikeyi yok etmekle övünürüz. Kendimiz koyuyoruz o hayvanı kafese, sonra kaçtı diye korkup vuruyoruz. Oysa asıl tehlike, hayvanı esir eden, ticaret malı gibi gören, yaşam hakkını hiçe sayan insan zihniyetidir.
Bu ilk değil, son da olmayacak. Kanada'daki Kiska adındaki balina, yıllarca küçücük bir havuzda yalnız bırakıldı. Kimse onu anlamadı, kimse sesini duymadı. Esarete daha fazla dayanamayan zavallı, bir gün duvara kafasını vura vura intihar etti. Hawaii'deki Tyke adındaki fil, gösteri sırasında kırbaçlara dayanamadı, zincirlerini koparıp kaçtı ama sokak ortasında onlarca kurşunla yere serildi. Yunus Kathy, gösteri havuzunda hayatından bıkıp nefesini tutarak intihar ettiğinde, kimse "Zaten neden buradaydı" diye sormadı. Daha yüzlerce yürek burkan benzer hikâye var. Hepsinin ortak noktası, insanların kurduğu kafeslerde yavaş yavaş tükenmeleri.
O zalim bakış açısı bugün yalnızca hayvanat bahçelerinin parmaklıklarında değil, sokak aralarında da karşımıza çıkıyor. Türkiye'nin dört bir yanında, sadece var oldukları için hedef alınan, açlığa, susuzluğa, şiddete mahkûm edilen sokak hayvanları da aynı hoyratlığın kurbanı. Kedi ya da köpek olması fark etmiyor; bazıları taşlanıyor, bazıları zehirleniyor, bazıları açlıktan can veriyor. Çünkü insan, kendinden güçsüz olana merhamet göstermek yerine onu yok etmeyi seçiyor. Sadece yaşamaya çalışan bu masum canlara yapılanlar da, tıpkı kafeslerdeki aslanlara, havuzdaki yunuslara yapılanlardan farklı değil. Aynı kibir, aynı vicdansızlık, aynı utanç.