Dünya Nereye Gidiyor

20'nci yüzyılın en önemli İngiliz yazarlarından biri olan George Orwell, toplum eleştirisi, politik analiz ve distopik hikayeleriyle tanınır.

Distopik hikâyeler, gelecekte olabilecek karanlık bir dünya düzenini veya toplum yapısını anlatır. Genellikle totaliter rejimler, baskıcı yönetimler, çevre felaketleri veya insanlığın ahlaki çöküşü gibi konuları ele alır ve bu düzenlerde sömürülen insanların acıklı hikâyelerini ve kurtulma çabalarını konu eder.

Lise çağlarımda George Orwell'in 1947-1948 yılları arasında yazdığı 1984 adlı eserini ilk okuduğumda, bunun değişik bir bilim kurgu romanı olduğunu düşünmüştüm. Meğer gerçekten gelecekten bahsediyormuş! Bunu yıllar sonra tekrar okuduğumda anlayabildim. Henüz okumadıysanız mutlaka okumanızı tavsiye ederim.

Hikâyede, dünya üç süper devlete bölünmüştür: Okyanusya, Avrasya ve Doğu Asya. Bu üç devlet sürekli savaş halindedir ve ideolojik, yönetimsel açıdan birbirine benzer totaliter rejimlerle yönetilir. Bu rejimlerde yasama, yürütme ve yargı gibi güçler tek bir otoritenin elindedir. Tüm yetkilerin merkezîleştirildiği, devlete mutlak itaatin beklendiği, propaganda ve sansürle toplumun şekillendirildiği bir ortam tasvir edilir. Bireylerin düşünce ve davranışları kontrol altındadır ve halka sürekli diğer ülkelere karşı kazanılan sözde zaferler anlatılır. Ancak bir gün söylenen, ertesi gün yalanlanır.

Tanıdık geldi mi Okursanız, hiç yadırgamayacaksınız; zaten kendinizin de içinde bulunduğunuz birçok şeyi göreceksiniz.

Asıl korkutucu olan, dünya genelinde gidişatın tam da bu yönde evrilmesi. Gereğinden fazla büyüyen bir dünya düzeni, küreselleşme, kontrol edilemeyen güç ve iktidar hırsı... Bu hırsın insanların zaaflarını hedef alarak kullanılması Maalesef, gerçeklerin çarpıtıldığı ve kitlelerin bilinçli şekilde yönlendirildiği bir dünyada yaşıyoruz.

ABD başkanı Trump, başkanlığının ikinci döneminde bir dizi kararname imzalayarak yasama sürecini devre dışı bıraktı. Başkanlık yetkisini kullanarak Kongre'nin onayı olmadan göçmen politikalarını sıkılaştırdı, çevre koruma standartlarını düşürdü ve bu kararlarını hayata geçirdi. Oysa ABD'de büyük kararlar, normalde Kongre'de tartışılarak oy birliğiyle kabul edilir. Trump, bu süreçleri atlayarak tek taraflı yönetim anlayışını benimsedi. Ayrıca medya kuruluşlarını sürekli olarak "yalan haber" üretmekle suçladı ve kendi sosyal medya hesapları üzerinden doğrulanmamış bilgileri paylaştı. Örneğin, göçmenlerin suç oranlarını abartarak kamuoyunda korku ve endişe yarattı. İşin kötüsü, bu yöntemleri daha da yaygınlaştırabileceğinin sinyallerini verdi.

Rusya'da Putin yönetimi muhalif sesleri susturmak için yargı sistemini kendi lehine kullanmakla eleştiriliyor. Özellikle Alexei Navalny gibi muhalif liderlerin tutuklanması, uluslararası toplum tarafından hukukun üstünlüğüne aykırı olarak değerlendirildi. Ancak bu eleştiriler Rusya'daki durumu değiştirmedi. Seçim süreçlerindeki hile iddiaları ve devlet kontrolündeki medya aracılığıyla yapılan yoğun propaganda da dünyaca eleştirilmektedir. Ayrıca Putin yönetimi, tarihi olayları ve figürleri kendi ideolojisine uygun şekilde yeniden yorumlamakta, böylece toplumun kolektif hafızasını da manipüle etmektedir.

Çin, 2014'te pilot olarak başlattığı ve 2020 itibarıyla yaygınlaştırmayı planladığı Sosyal Kredi Sistemi ile vatandaşlarını izlemekte ve puanlamaktadır. Bu sistem, insanların davranışlarını gelişmiş gözetim teknolojileri ve yapay zekâ destekli kameralarla takip eder. Yüksek puanlar avantaj sağlarken, düşük puanlar ise cezalandırılmaya yol açar. Bunun yanı sıra,