Bir yıl daha bitti, hepsi bu

Yılbaşı Türkiye'de her sene aynı tartışmayı da beraberinde getiriyor. Bir grup insan, 31 Aralık gecesini ve yeni yılın gelişini sanki zorunlu bir inanç ritüeliymiş gibi algılayıp buna karşı çıkıyor. Oysa ortada ne bir ibadet var ne de kimseye dayatılan bir inanç. Yılbaşı dediğimiz şey, takvimde bir sayfanın kapanıp yenisinin açılması. Hepsi bu.

Karşı çıkanların genelde en büyük yanılgısı yılbaşıyla Noel'in karıştırmalarından. Noel, Hristiyanlıkta Hz. İsa'nın doğumunun kutlandığı dinsel bir gündür. Yılbaşı ise tamamen gündelik, tamamen zamansal bir eşiktir. Takvim değişir, bir yıl biter, yenisi başlar. Aynı şey değildir, hiç olmamıştır. Ama bu iki kavram yıllardır bilerek ya da bilmeyerek birbirine karıştırılmakta.

İşin ironik tarafı Hz. İsa, Kur'an'da adı geçen ve Allah tarafından peygamberlik verildiği kabul edilen çok kıymetli bir figürdür. Allah'ın peygamberliğe layık gördüğü bir insanın doğumunu anmanın kötü ya da sakıncalı bir tarafı zaten olamaz. Kaldı ki kimse yılbaşına dini bir anlam yükleyerek kutlama yapmaz zaten. Adı üstünde Yılbaşı, yılın başı.

***

Gerçek şu ki bu itirazların çoğu, neye karşı çıkıldığının bile tam bilinmediği reflekslerden ibaret. Bir ağacı süslemekten, bir masada toplanmaktan, karşılıklı hediye alıp vermekten rahatsız olmak; inançla değil, tahammülsüzlükle ilgili olabilir ancak.

Aslında Türkler için yeni yıl fikri yabancı değildir. Orta Asya'dan bu yana doğanın döngüsünü, zamanın yenilenmesini önemseyen bir kültürden geliyoruz. Baharın gelişi Nevruz'la kutlanır, doğa uyanırken insanlar da yeni bir başlangıç yapar.

Daha eski Türk topluluklarında ise Nardugan gibi, günlerin uzamasını ve ışığın geri dönüşünü simgeleyen ritüeller vardır. Ateş yakmak, dilek tutmak, bir araya gelmek, paylaşmak ve bolluk istemek bu kutlamaların temelidir.

Yani yeni yılın gelişi, Türk