1900'lerin başında Almanya'da Wilhelm von Osten adında bir öğretmen, Hans isimli bir atın aritmetik işlemler yapabildiğini, tarih sorularına cevap verebildiğini ve hatta müzikten anladığını iddia etti. Hans, kendisine sorulan sorulara ayağını yere vurarak cevap veriyordu. Örneğin "2 + 3 kaç eder" diye sorulduğunda, beş kez yere vuruyordu.
Ancak daha sonra yapılan bilimsel araştırmalar, Hans'ın aslında hiçbir işlem yapmadığını ortaya çıkardı. İncelemeler atın soruları anlamadığı, yalnızca insanların beden dili, yüz ifadeleri ve farkında olmadan verdikleri küçük ipuçlarından ne zaman durması gerektiğini anladığını gösteriyordu.
Yani Hans'ın gösterdiği şey zekâ değil, algıydı. Gerçekte anlamadığı halde, çevresindeki insanlardan aldığı bilinçsiz sinyaller sayesinde doğru cevap veriyor gibi görünüyordu. Başka bir deyişle, zeki görünüyordu ama değildi.
***
Bu tür etkiye bugün "Clever Hans etkisi" deniyor. Yapay zekâ sistemlerinde bu etki hâlâ tartışma konusu. Çünkü bir yapay zekâ modeli, gerçekte anlamadığı halde, verilerdeki yüzeysel ve rastlantısal örüntülere dayanarak doğru tahminlerde bulunabiliyor. Model doğru cevabı veriyor gibi görünse de aslında sadece kalıpları taklit ediyor.
Aynı durum toplumda da görülüyor. Artık bilgi, bir şeyi gerçekten anlamak için değil, doğru görünmek için kullanılıyor. İnsanlar bilgiyi derinlemesine öğrenmek yerine, onu sunmanın yollarına odaklanıyor. Örneğin, bir konuyu gerçekten anlamak yerine, birkaç etkileyici cümle ezberleyip sunumda kendini bilgili göstermek daha değerli hale gelmiş durumda.
Sosyal medya platformları bu dönüşümün en görünür alanı. Kullanıcılar, çoğu zaman bilgiyi anlamaktan çok, dikkat çekici veya duygusal tepki yaratacak içerikler üretmeye çalışıyor. Bilginin amacı anlamak değil, sadece algı oluşturup, izlenim yaratmak. Örneğin, karmaşık bir bilimsel bilgiyi açıklamak yerine kısa, etkileyici bir cümleyle beğeni almak daha işlevsel bulunuyor.
Sosyal medya fenomenleri, hangi duygunun trend olduğunu sezerek içerik üretiyorlar. Televizyon ekranlarındaki uzmanlar, gerçeği derinlemesine analiz etmek yerine, izleyicide güven hissi yaratmaya çalışıyorlar. Çünkü bugünün medya düzeninde bilgi değil, izlenim satıyor. Televizyon programları artık akademik doğruluk ya da çok boyutlu analiz üzerinden değil, izlenme oranları üzerinden değerlendiriliyor.
Bu nedenle birçok uzman, gerçekten çözüm üretmekten çok kesin konuşarak güven hissi yaratmaya çalışıyor. Ne kadar emin görünürlerse, o kadar inandırıcı oluyorlar. Oysa çoğu zaman söyledikleri basitleştirilmiş, eksik ya da bağlamdan koparılmış bilgilerden ibaret. Ama seyirci için önemli olan doğruluk değil, belirsizlikten kurtulmak. Kısacası, bu uzmanlar gerçeği açıklamaktan çok, izleyicinin endişesini yönetiyorlar. Yani analiz değil, duygu kontrolü yapıyorlar.

4