Türkiye 6.0

"6.0" ifadesini duyan pek çok kişinin aklına ilk olarak Fenerbahçe'nin 6 Kasım'da Galatasaray karşısında aldığı tarihi galibiyet geliyor olabilir. En azından bir Fenerli olarak, 'Bir Teselli Ver' şarkısı eşliğinde içimden geçirmeden edemiyorum. Ama bugün 6.0, bir zaferin değil; ekonomik bir tıkanmanın kalıcı çözüm yoluna işaret ediyor. İki yılı aşkın süredir uygulanan programın, dönemsel krizlerin ötesine geçerek döviz-enflasyon-faiz ekseninde daha derin ve kalıcı bir sarmal oluşturduğuna bir kez daha tanıklık ediyoruz. Merkez Bankası'nın faiz toplantısı yaklaştıkça, bu sarmalın etrafımızı nasıl giderek daha sıkı sardığını açıkça görebiliyoruz. Enflasyon ile politika faizi arasındaki makas buradan Erzurum'a yol alacak kadar açılmış, aylık enflasyon ise Yalova kadar küçülmüşken; döviz atağı korkusuyla cesur bir karar veremeyen bir iradenin şekillendiğini daha sık görmeye başlayacağız gibi görünüyor.

Yüksek enflasyon süreçlerinden döviz kurundaki kırılganlığa, yatırımcı güvenindeki azalmadan gelir dağılımındaki uçurumun derinleşmesine, işgücü piyasalarındaki verimsizlikten beklentilerin bozulmasına kadar nefesimizi kesen tüm bu sorunlar, mevcut ekonomik modelin ya işlemediğini ya da işliyorsa da vura vura, yıka yıka işlediğini açıkça ortaya koyuyor. Toplumsal güven duygusunu zayıflama ihtimali, geleceğe dair umutların sarsılması, ekonomik meselenin teknik bir mesele olmaktan çıkıp siyasal ve sosyal bir mesele haline geldiğini kanıtlıyor. Son dönemlerde yapılan araştırmalar da savunma sanayii ve bölgesel ilişkiler gibi alanlarda var olan toplumsal desteğin mevzu bahis ekonomi olunca azaldığına işaret ediyor. Üstelik bu durum sadece bir memnuniyetsizliği değil derin, yapısal ve psikolojik bir dönüşümü de yansıtıyor.

MAKRO İMAJ, MİKRO GERÇEKLİK

Dış politikada sahip olunan kredibilite siyasal rekabette kısa vadeli avantajlar sunuyor gibi görünse de bu alanının sınırlı etki kapasitesi iç ekonomik politikadaki kırılganlıkları taşımaya yetmiyor. Seçmen de olan vatandaş sınır ötesi kazanımlardan çok mutfakta yaşanan kayıplara odaklanıyor. Bu nedenle dış politikadaki pozitifi üstünlük, mevcut ekonomik modelin sürdürülebilirliğini garanti altına alan bir kuvveti değil, erteleyeci bir etkiyi temsil ediyor. Areda Survey'in Mart 2025 Sosyometresi toplumun %40'ının mevcut ekonomi yönetiminin ekonomik sorunları çözebileceğine inandığını gösteriyor. Geçmiş araştırmalarında %55'lere çıkan bu oranın gelmiş olduğu seviye dramatik bir güven bunalımı anlamını da taşıyor. Aynı anda, muhalefetin ekonomik sorunları çözebileceğine inananların oranı %33,2'ye çıkarken, en çarpıcı sonuçlardan biri ise "hiçbiri" yanıtını veren %26,5'lik kesimin varlığı olarak dikkat çekiyor. Bu oran, yalnızca politik aktörlere duyulan güvenin değil, sistemin kendisine duyulan inancın da zayıflamakta olduğunu gösteriyor. Haziran 2025 Sosyometre verilerinde ise toplumun %55'i ekonomiyi muhalefetin daha iyi yöneteceğini düşünüyor. Bu oran, artık sadece bir hoşnutsuzluk göstergesi değil; aynı zamanda mevcut ekonomi yönetiminde ciddi bir meşruiyet sorunu yaşadığını ortaya koyuyor. Bu güven kaybı, herhangi bir stratejik atılım göstermeyen, kendi içinde parçalı ve çoğu zaman vizyonsuz bulunan muhalefete bile umut kapısı aralıyor. Ancak bu yönelim, içi dolu bir tercihten çok, dışa vurulmuş bir çaresizlik ve değişim arayışı olarak şekilleniyor.

İKİ YOL, BİR TERCİH

Bu kritik eşikte 40 yıllık hatır kahvelerinde dahi önümüzde iki yol olduğu görünüyor. İlki mevcut modelin ömrünü geçici çözümlerle uzatmaya çalışmak, bir anlamda günü istatistikler üzerinden kurtarmaya odaklanmak. İkincisi ise yapısal ve gerçekçi bir çözümle koltuğun değil toplumun ömrünü uzatmak. Türkiye 6.0 sadece makroekonomik dengeleri değil, üretim ilişkilerini, gelir dağılımını, eğitim ve istihdam yapısını, dijitalleşmeyi, yeşil dönüşümü ve kurumsal kapasiteyi bir bütün olarak ele alan yeni bir kalkınma vizyonu vaat ediyor. Örneğin, beyin göçünü kayıp olarak görmek yerine, küresel ölçekte etkinlik yaratacak yeni bir insan sermayesi mimarisi inşa etmek gerekiyor. Yurt dışındaki yüksek vasıflı Türk vatandaşları artık kopmuş bireyler değil, Türkiye adına dünyaya açılan temsilciler olarak görülmeli. Ulus-devlet merkezli kalkınma anlayışından dijital diasporaya dayalı esnek güç projeksiyonuna geçerek, bilgi ve yeteneğin mekânsız doğası avantaja çevrilmelidir. Türkiye, insan kaynağını içeride tutmak yerine nitelikli dağılmayı teşvik ederek, küresel Türk zekâsının bir ağ ekonomisi yaratmasını sağlamalıdır. Kontrolsüz kentleşme, kırsalı terk edilmiş ve potansiyeli kaybolmuş bir alana dönüştürürken, bu dengesizlik artık ekonomik değil, çevresel ve sosyal bir yük halini alıyor. Çözüm olarak, azalan nüfuslu köylerin dijital altyapıya sahip üretim merkezlerine dönüşeceği MikroKent modeliyle kırsalda yeni yaşam alanları kurulmalı; bu bölgelere taşınacaklara vergi muafiyeti, ücretsiz arsa ve kamu destekli kredi sunulmalıdır. Böylece hem kırsal canlanır hem de şehirlerin yükü hafifler.