Soykırıma ara verildi, ya boykot

Gazze'de bombaların sesi bir süreliğine kesildi. Birkaç çocuğun daha ölmeden büyümesine izin veren bu "ara", kâğıt üzerinde bir ateşkes; gerçekteyse insanlığın vicdanına verilen kısa bir nefes molasına benziyor. Ama unutmamak gerekir ki, bu sadece bir ara. Soykırıma ara verildi. Peki ya boykot

Ateşkes haberleriyle birlikte sosyal medya akışlarımızda, market raflarında ve vicdanlarımızda da bir gevşeme başlıyor; sanki mazlumun acısı "bildirim sessize alındı" diye gerçekten susuyormuş gibi. Oysa Filistinli bir annenin kalbinde ateş hâlâ yanıyor, enkazın altındaki bir babanın yutkunması hâlâ boğazında düğüm. Bu yüzden şimdi en çok, unutmamak gerekiyor, çünkü insanlık bazen unutmamak yerine "biraz ara vermeyi" tercih edebiliyor.


MARKALARIN GÖLGESİNDE VİCDAN

Ateşkes öncesi son dönem araştırmalar, Türkiye'de toplumun büyük çoğunluğunun bu farkındalıkla hareket ettiğini gösteriyor. Toplumun büyük kesimi, adını anmadan bile bildiğimiz o markalara sırt çeviriyor. Bu sadece ekonomik bir tercih değil; vicdanın fişeği, tüketicinin sessiz ama kararlı isyanını temsil ediyor. Bu, yalnızca duygusal bir tepki değil; sosyoekonomik bir dönüşümün de habercisi aslımda. Küresel ekonominin görünmez dili olan tüketim, artık yalnızca arz-talep eğrileriyle değil, ahlaki koordinat sistemiyle ölçülüyor. İnsanlar, her seferinde bir ürün seçerken aslında bir tutum, bir taraf, bir kimlik de seçiyor. Bugün uluslararası markaların gelir raporlarında yaşanan düşüşler, bu halkın alışveriş sepetine sığmayan bir adalet arayışının sonucunu ortaya koyuyor. Birileri için boykot, reklam ajanslarının hazırladığı stratejik bir etiket; başkaları içinse bir kalp refleksi, bir öfke manifestosu.

Gerçek boykot; sokakta, kasada, sepette devam ediyor ama ironik olan şu ki, en gür sesi bazen "alışveriş tamamlandı" ekranında yankılanıyor. Bu farkındalık artık yalnızca yetişkinlerin vicdanına değil, genç kuşakların bilinçli tercihine de dayanıyor. Dijital çağın gençleri, tüketim davranışını sessiz bir alışkanlıktan çıkarıp örgütlü bir etik dile dönüştürüyor. Onlar için alışveriş, yalnızca bir tüketim eylemi değil, kimliğin, adalet duygusunun ve dayanışmanın ifadesi. Her bir paylaşım, her bir alışveriş reddi, dijital dünyanın gürültüsü içinde yankılanan bir çağrıya dönüşüyor: "Tüketim artık sessizlik değil, bir duruş biçimi." Bu yeni kuşak, markaları yalnızca fiyatla değil, ahlaki bilanço ile değerlendiriyor; çünkü onlar için hiçbir indirim, insanlık onurunu unutturacak kadar ucuz değil.

Ne var ki bu ahlaki uyanışın da kırılgan bir tarafı var: tıpkı mevsimlik bir duyarlılık gibi, toplumsal vicdan da zamanla gündemden düşüyor, yerini konforlu bir unutkanlığa bırakıyor. Zaman zaman kampanya dönemleriyle canlanan bir farkındalık, sonra yeniden raflara dizilen bir unutkanlık...

Belki de modern insanın trajedisi alışveriş sepetini hafifletirken, vicdanını da indirime sokmakta gizleniyor.


UNUTMAK EN BÜYÜK İHANET

Bugün boykot bir ürün değil, bir hafıza meselesi.

Bir market rafına bakarken aslında bir hafızaya da bakıyoruz; o raflarda kimi zaman eksik bir oyuncak, kimi zaman yarım kalmış bir çocukluk duruyor. Her "alsam ne olur ki" dediğimizde, o raflarda bir çocuğun yüzündeki gülümseme biraz daha eksiliyor. Çünkü bu sadece bir ekonomik tercih değil, insanlığın hatırlama sınavını simgeliyor.

Gazze'de bombaların sesi bir süreliğine kesilmiş olabilir, ama o sessizlik çocukların korkusunu, annelerin feryadını, babaların yutkunmasını susturmadı. Ateşkes, yorgun bir mücadelenin teneffüsü olabilir ama vicdanın molası olmamalı. O yüzden bu "ara", aslında bizi sınayan bir sessizliğe de işaret ediyor. Bu sessizlikte kim alışveriş sepetine hangi ürünü koyarsa, kendi tarafını da oraya koyuyor.