Şerlerin def'i için!

Türkiye ekonomisi uzun süredir fena halde hissedilen bir kuşatmanın altında, sabah akşam derin nefes egzersizi yaparak hayatta kalmaya çalışıyor. Oksijen maskesi takan yok, ama herkes daralmış durumda. Üç ayaklı bir şer ittifakı tarafından etrafı sarılan ekonomi, döviz–enflasyon–faiz sarmalında dönüp duruyor. Kurtulmanın yollarını arayanlar da var, mış gibi yapanlar da. Kimi yapısal reform diye fısıldıyor, kimi sadece Allah sonumuzu hayretsin diyor. Ve maalesef ikincisi daha kalabalık görünüyor.

Bu şer ittifakında döviz kuru artışı maliyetleri yükselterek enflasyonu tetiklerken, enflasyonun yükselmesi fiyatlama davranışlarını bozarak ekonomik aktörlerde belirsizlik ve güvensizlik oluşturuyor; faiz oranlarının artışı ise finansman maliyetlerini yükselterek yatırım ve tüketim kararlarını olumsuz etkiliyor, böylece ekonomik sistemin istikrar ve öngörülebilirlik kapasitesi ciddi şekilde zayıflıyor. Üretimi baskılanan, yatırımı durma noktasına gelen, dar ve orta gelirli vatandaşın alım gücünü kemiren bir döngüye dönüşen bu ittifak derinleşen eşitsizlik ve metrobüs duraklarına varan toplumsal huzursuzluğa kapı aralıyor. Duraksayan büyüme, kırılgan mali dengeler ve yaygın sosyal huzursuzluk şerlerin defi için ile başlayan dualarda buluşmamıza neden oluyor. Her defasında "Ya Rabbi! Bu milleti dövizin hoyratlığından, enflasyonun yıkıcılığından, faizin tuzağından kurtar. Şer olanı hayra tebdil eyle" derken buluyoruz kendimizi.FİNANSAL ŞANTAJIN ANATOMİSİ

Bu şer ittifakının kalbinde görünmez bir elin yönlendirdiği, etkisini sokaktaki simitçiden büyük sanayiciye kadar herkesin hissettiği spekülatif döviz kazançları oturuyor. Bu, öyle masum bir yatırım davranışını da temsil etmiyor, "güvenli liman" değil, "vurgun limanı" arayanların rotasını belirliyor. Üretmeyen, yatırım yapmayan, istihdam yaratmayan; ama dövizini alıp kuytuya çekilen bir kesimin sessiz ama etkili iştahı yine yavaş yavaş gün yüzüne çıkıyor. Çaycı Mehmet bile "abi bugün dolar ne yaptı" diye sormaya başladıysa, meselenin sadece finansal değil, artık toplumsal bir hal aldığı bir kez daha kendisini gösteriyor.

Spekülatif döviz kazançları, belirli sermaye çevrelerinin kontrolünde, hem kurun ateşini körüklüyor hem de faiz indirimi gündeme geldiğinde ekonomiyi korku tüneline sokmakta ustalaşıyor. Ne zaman politika faizi düşürülmek istense, hemen fısıltı gazetesinin başlığı atılıyor: "Faiz düşerse döviz uçar." Bugün politika faizi %46. Aylık enflasyon %1,37, yıllık %35,07 civarında. Yani veriler, faizin bu kadar yüksek kalmasını gerektirmiyor. Buna rağmen ısrarla "döviz kaçar" korkusu yaymak, artık teknik analiz değil, sermaye refleksiyle pompalanan bir finansal şantajı simgeliyor. Merkez Bankası bu ay 550 baz puanlık bir indirime gitse bile, ki gitmeli, bu adım dahi piyasadaki beklentiyi karşılamaya yetmeyecektir. Çünkü kararın kendisinden çok, kararın etrafındaki manipülasyon piyasayı dizayn ediyor. Kur silahı gösterilerek, faiz silahı ellerde tutuluyor. Bu da sistemin dövize karşı ne kadar savunmasız olduğunu açıkça gösteriyor.

Reel sektör ihracat yapıyor, fabrika kuruyor, binlerce insana iş sağlıyor, ama kur farkı gelirinden dolayı %25'e kadar vergi ödüyor. Aynı anda, döviz al-sat yaparak hiçbir üretim yapmadan birkaç yılda servetini katlayan bireysel sermaye grupları gayet rahat, gayet sessiz bu sistemin vergi dışı alanlarında "bal tutan" olmaya devam ediyor. Bu tablo, vergi sistemindeki adalet krizini değilse bile, kur farkından elde edilen bireysel kazançların kamuya hiçbir katkı sunmadığı gerçeğini gözler önüne seriyor. Hal böyle olunca vergiler değil ekonomik vicdanlar açık veriyor. Geldiğimiz bu aşamada dövize dokunamayan bir sistemin, faize mahkûm kalması kader değil; tercihe doğru ilerliyor. Ve bu tercihin bedelini hâlâ üretici, çalışan , tüketici ödüyor. Kazanan mı Onlar zaten "beklemede."