Obezite vergisi alınsın

Türkiye'de obezite, yalnızca bireysel yaşam tarzı tercihleriyle açıklanamayacak kadar derin ve çok boyutlu bir halk sağlığı sorunu haline gelmiş durumda. Sağlık Bakanlığı, son yıllarda yürüttüğü "İdeal Kilonu Öğren, Sağlıklı Yaşa" kampanyası kapsamında milyonlarca vatandaşın boy ve kilo ölçümünü yapıyor. Ortaya çıkan tablo ise çarpıcı: Katılımcıların yaklaşık üçte biri fazla kilolu, dörtte biri ise obez kabul ediliyor. Kadınlarda obezite oranı %30'un üzerine çıkarken, erkeklerde fazla kiloluluk %40'lara yaklaşıyor. Bu veriler, toplumun yarısından fazlasının sağlıklı kilo aralığının dışında bulunduğunu gösteriyor. Dolayısıyla obezite, artık sadece bireysel bir sorun değil; ülke çapında sağlık, ekonomi ve sosyal refahı tehdit eden yapısal bir mesele olarak öne çıkıyor. Nitekim obezite, Türkiye'nin en sessiz büyüyen ihracatı gibi; çocukluktan ithal edip yetişkinliğe ihraç ediyoruz.


BEDAVA İKİNCİ STENT TEHLİKESİ

Obezite, bugün için yüksek mortalite ve morbidite riskleri doğururken, gelecek açısından da ağır bir yük oluşturuyor. Diyabet, hipertansiyon, kalp-damar hastalıkları ve belirli kanser türleriyle olan güçlü ilişkisi, bu durumun yalnızca bireysel yaşam kalitesini değil, aynı zamanda sağlık sisteminin sürdürülebilirliğini de tehdit ettiğini ortaya koyuyor. Dünya Sağlık Örgütü (DSÖ), obezitenin iş gücü kayıpları ve sağlık harcamaları nedeniyle ekonomiler üzerinde Gayri Safi Yurtiçi Hasıla'nın yüzde 2-3'üne karşılık gelen ek maliyet yarattığını belirtmekte. Türkiye'nin demografik yapısının hızla yaşlanması dikkate alındığında, obezitenin kontrol altına alınamaması halinde sağlık bütçesi üzerindeki baskı artacak, üretken iş gücünde ciddi kayıplar yaşanacaktır. Haliyle mesele yalnızca tartının ibresinin yukarı çıkması değil; bütçenin ibresinin de aşağıya düşmesidir. Eğer market raflarında sağlıksız ürünlerde "iki alana üçüncü bedava" kampanyası varsa, unutmayalım ki hastane koridorlarında da yakında "iki bypass alana üçüncü stent yarı fiyatına" kampanyası başlar.

Uluslararası deneyimler, obeziteyle mücadelenin yalnızca eğitim ve farkındalık kampanyalarıyla başarıya ulaşamayacağını, yapısal ve ekonomik müdahalelerin zorunlu olduğunu gösteriyor. Türkiye'de bazı içeceklere uygulanan ÖTV oranlarının caydırıcı olmadığı açıkça görülüyor. Meksika'da 2014 yılında uygulamaya konulan şekerli içecek vergisi, tüketimde yüzde 10'a varan bir düşüş sağlamış; hükümet 2026 için bu vergiyi neredeyse iki katına çıkarmayı planlamış durumda. Tonga, yüksek yağ ve şeker içeren ürünlere yönelik vergilendirme ile tüketimi azaltırken, aynı zamanda besin profili modeli geliştirerek hangi ürünlerin sağlıksız kabul edileceğini bilimsel ölçütlere bağlamış. İngiltere'de 2018'de yürürlüğe giren şekerli içecek vergisi, yalnızca beş yıl içerisinde satışlarda yüzde 34'lük bir azalma sağlamış ve gıda endüstrisini ürünlerini yeniden formüle etmeye zorlamıştır. Benzer şekilde, Macaristan, Finlandiya ve Danimarka gibi ülkeler yüksek yağ, tuz ve şeker içeren ürünlere yönelik vergilerle hem kamu sağlığında iyileşme elde etmiş hem de sağlık sistemine ek kaynak oluşturmuştur. Başka bir deyişle, bazı ülkeler "şekere vergi" deyip işi tatlıya bağlamış, bazıları ise işi tuza basmıştır.
SAĞLIKLI YAŞA, YAKIŞIKLI ÖLTürkiye'de Sağlık Bakanlığı'nın obeziteyle mücadelede attığı adımlar, özellikle halk eğitimi, okul temelli bilgilendirme programları, "Çocuk Akademileri" aracılığıyla dijital bağımlılık ve sağlıksız beslenme alışkanlıklarının birlikte ele alınması açısından yerinde ve dikkat çekici bir girişimdir. Yüz binlerce kişiye verilen beslenme danışmanlığı ve milyonlarca öğrencinin dahil edildiği farkındalık eğitimleri, bireysel bilincin artmasına katkı sağlamaktadır. Ancak mevcut tablo, bu tür önlemlerin tek başına yeterli olmadığını gösteriyor. Çünkü sorun, yalnızca bilgi eksikliğinden değil, sağlıksız gıdaların ucuz ve kolay erişilebilir olmasından kaynaklanıyor.