Türkiye son beş yılda, ekonominin görünmez koridorlarında aynı kapının önünde bekleyip duruyor: yüksek faiz – yüksek kur – yüksek enflasyon üçlüsünün dar dehlizinde sıkışmış bir ülke fotoğrafı. Her yeni program, her yeni paket, her yeni "rasyonelleşme" hamlesi bizi aynı yere getiriyor. Çünkü sorun, faiz oranlarının kaç olduğundan ziyade, faizli finans mantığının bütün ekonomik aklı ve toplumsal düzeni rehin almış olmasında yatıyor. Tam da bu nedenle, yıllardır tartışmaların kıyısında köşesinde hep o "İslami finans da İslami finans" meselesi duruyor.
Şunu hepimizi biliyoruz ki Türkiye'de gerçek sorun üretim değil, kaynak değil, emek değil, girişimcilik değil; gerçek sorun finansal mimarinin kendisi. Bu finans mimarisi Ankara'yı, Anadolu'yu, sanayiyi, KOBİ'yi, çiftçiyi ve konut arayan vatandaşı aynı sepete koyup tek bir kritere göre değerlendiriyor:
"Faizle borç alabiliyor musun"
Üretimin, istihdamın, inovasyonun, bereketin ve ekmeğin sorusu bambaşkadır. Bu nedenle, mahşerin üç atlısı ekonomiyi her çıkmaza sürüklediğinde gündeme gelen İslami finans, Türkiye için sadece bir alternatif değil; adeta bir Kızıl Elma'dır. Bir hedefin ya da yöntemin ötesinde, bir yönelişi ve bir zihinsel devrimi simgeleyen bir kalkınma arayışıdır.
KONVANSİYONEL BANKACILIK İLE REKABET EDEMEZSİN
İslami finansın Türkiye'deki en büyük sorunu, sürekli olarak konvansiyonel bankacılıkla rekabet eder konuma itilmesidir.
"Onlar mevduata şu kadar veriyor, biz ne verelim"
"Onlar krediye bu oranı uyguluyor, biz nasıl alıcı çekelim"
Bu yaklaşımın kendisi zaten klasik finansın zihniyetini baştan kabul etmek demektir. Yani daha baştan kaybetmektir. İslami finans, konvansiyonel finansın daha ahlaklı ya da daha ucuz bir versiyonu değildir; büsbütün farklı bir epistemolojidir. Borca değil üretime, faize değil paylaşmaya, spekülasyona değil reel ekonomiye, tüketim iştahına değil tasarruf ve ortaklığa yaslanan bir finans anlayışını ifade eder.
O hâlde sorulması gereken soru şu değildir:
"İslami finans konvansiyonel bankalarla nasıl rekabet eder"
Asıl soru şudur:
"İslami finans Türkiye'nin üretim yapısını, kredi mimarisini ve bölgesel kalkınmasını nasıl değiştirebilir"
Cevabı açık: Yerel Üretim Bankaları ile.
TÜRKİYE'NİN BÜYÜK KÖR NOKTASI: YEREL FİNANS YOKLUĞU
Türkiye'de kullanılan kredilerin yarısından fazlasının İstanbul–Kocaeli–Bursa üçgeninde toplanması, finansmanın ülke geneline eşit dağılmadığını; kaynakların üretim, yatırım ve istihdam potansiyeli olan pek çok bölgeye ulaşmadan Marmara hattında yoğunlaştığını gösteriyor. Yani;
Tokat'ta üretmek isteyene kredi yok.
Mardin'de fabrika kurmak isteyene kredi yok.
Erzincan'da tarımsal işletme büyütmek isteyene kredi yok.
Sivas'ta makine yatırımı yapmak isteyene faiz var, ama imkân yok.
Mevcut bankacılık sistemi, Anadolu'nun ekonomisini merkezden yönetilen bir skor tablosuna indirgiyor. Üstelik kullanılan risk algoritmaları, İstanbul'dan bakınca "riskli" görünen işletmenin yerelde aslında güçlü bir ekosisteme sahip olduğunu fark bile edemiyor. Bu sistemin içinde İslami finansın büyümesi mümkün değil; çünkü finans kaynaklarının aktığı havza, İslami finansın ruhuna değil, konvansiyonel finansın kâr optimizasyonuna göre çalışıyor.
İSLAMİ FİNANSIN PRATİĞE DÖKÜLMÜŞ HÂLİ
Yerel Üretim Bankaları, finansal bir araç olmasının ötesinde Türkiye'nin ekonomik bağımsızlığının, sürdürülebilir kalkınmasının ve Anadolu merkezli üretim gücünün finansal kolonu olmasının önünü açma potansiyeli taşıyor. Bir başka ifade ile, İslami finansın ruhunun ete kemiğe bürünmüş hâlini simgeliyor.

14