Türkiye'de 2024-2025 öğretim yılında yalnızca lisans düzeyinde 3,5 milyondan fazla öğrenci bulunuyor. Bu öğrencilerin önemli bir bölümü, iktisat, maliye, finans, bankacılık, uluslararası ticaret, kalkınma ekonomisi gibi farklı başlıklarla açılmış 60'tan fazla bölümde ekonomi eğitimi alıyor. Sayılar dikkat çekici:
* İçinde "ekonomi" geçen en az 18 bölüm,
* "Finans" temalı 21 bölüm,
* "Bankacılık" odaklı 2 bölüm,
* "Ticaret" başlıklı 19 bölüm.
Üstelik bu programlara, EA puan türünde 1 milyonuncu sıradan dahi öğrenci yerleşebiliyor. Her yıl binlerce mezun veren bu bölümler, görünürde devasa bir "ekonomist ordusu" yetiştiriyor. Ancak bu akademik kalabalığın karşısında reel ekonomide enflasyon, yüksek faiz, gelir adaletsizliği, kur oynaklığı, borçluluk ve toplumsal umutsuzluk gibi kronikleşmiş sorunlar hâlâ varlığını sürdürüyor.
Bu noktada oldukça çarpıcı bir çelişkiyle karşı karşıyayız: Türkiye'de onlarca üniversitede, ekonomi başlığı altında yüzlerce program faaliyet gösteriyor. Her yıl binlerce öğrenciye sınıflarda, seminerlerde, çevrimiçi derslerde aynı temel sorular anlatılıyor: "Enflasyon nedir", "Fiyat istikrarı nasıl sağlanır", "Para politikası nasıl işler" Ancak bu teorik donanım ne ülkenin ekonomik istikrarını sağlamaya yetiyor, ne de toplumun giderek derinleşen güvensizlik duygusunu onarıyor. Kitaplar dolusu bilgi öğretiliyor, yüzlerce tez yazılıyor, binlerce sınav geçiliyor, ama sonuç değişmiyor: enflasyon devam ediyor, fiyatlar dalgalı, beklentiler kırılgan, umut istikrarsız.Bu durumda geriye yalnızca iki olasılık kalıyor:
Ya bu bilgiler gerçek hayatta işe yaramıyor, ya da işe yarayabilecek bilgiler, karar alıcılar ve kurumlar tarafından dikkate alınmıyor.Her iki senaryoda da sorun, bilgi eksikliği değil; bilginin işlevsizliği. Ekonomi eğitimiyle donatılmış bireyler yetişiyor; ancak bu bireyler ya karar mekanizmalarına ulaşamıyor ya da ulaştıklarında sesleri duyulmuyor. Teori raflarda birikiyor, pratik sokakta çözülüyor. Üniversiteler bilgi üretirken, ekonomi o bilginin yokluğunda yönlendirilmeye çalışılıyor. Bu yapısal kopukluk, yalnızca akademik verimsizlik değil, aynı zamanda toplumsal bir risk alanı inşa ediyor.Ekonomi, yalnızca bir meslek değil; krizleri önceden öngörme, kamu politikalarını şekillendirme, sürdürülebilir kalkınmayı planlama ve sosyal refahı güçlendirme becerisi kazandırması beklenen bir bilim dalı. Ancak Türkiye'de bu işlevler büyük ölçüde yerine getirilemiyor. Mezunlar ya işsiz, ya mesleği dışı alanlara savrulmuş durumda.