Ekonominin mutfağında ısınan tencerenin buharı yalnızca fiyatlara değil, ücret adaleti duygusuna da çarpıyor. Areda Survey'in Kasım 2025 Sosyometre verileri bize vatandaşın gündelik hayatta hissettiği basıncın yalnızca pazar yerinde, markette, dijital platformlarda değil; karar süreçlerinde de kendini gösterdiğine işaret ediyor. Paket servis fişindeki komisyonu nasıl "fazlalık" olarak görüyorsa, kamu yönetiminde de aynı mantıkla işleyen haksız ağırlıkları fark ediyor. Bu yüzden "Ben de Harranlıyam" ifadesi bir memur serzenişi olmanın ötesine geçip, ekonomik sıkışmışlığın ve kurumsal eşitsizliğin birleştiği bir toplumsal refleks hâline geliyor. Vatandaş artık faturası kabaran sofrada ne hissediyorsa, üst düzey yönetim kademelerindeki ücret zammı üzerinden şekillenen ayrıcalık tartışmalarında da aynı duyguyu taşıyor.
YEMEĞİ VATANDAŞ DEĞİL, PLATFORM YİYOR
Sosyometre Kasım verilerine göre online yemek platformlarının restoranlardan aldığı yüksek komisyon oranlarının fiyatları artırdığını düşünenlerin oranı %89,8; bu, toplumun büyük çoğunluğunun artık enflasyonu yalnızca "makro ekonomik bir sorun" olarak değil, dijital tekellerin de dâhil olduğu çok katmanlı bir maliyet hikâyesi olarak gördüğünü gösteriyor. Vatandaşın gözünde bu komisyonlar, yemeğin yanına eklenen görünmez ama yakıcı bir baharat gibi: Tadını bozduğu yetmiyormuş gibi hesabı da büyütüyor. Bu açıdan bakıldığında vatandaş değil, sanki komisyon doyuyor gibi bir izlenim veriyor.
Benzer şekilde, bu platformlara devletin bir üst sınır getirmesi gerektiğini düşünenlerin %62,9'a ulaşması; piyasanın kendi kendini düzenleme kapasitesine duyulan güvenin ciddi biçimde azaldığını ve vatandaşın rekabetçi düzenin korunması için kamusal bir müdahale talep ettiğini gösteriyor. Yani vatandaş diyor ki: "Bu oyunda hakem yoksa, hakem olsa da VAR devrede değilse güçlü oyuncu hep kazanıyor." Bu talep, serbest piyasa tartışmalarından çok, vatandaşın adalet duygusuyla da ilgili. Ekonomik adaletin sağlanmadığı bir noktada fiyatlar değil toplumsal moral oranı giderek düşüyor.
YÜKTE HAFİF, PAHADA AĞIR
Akaryakıttaki ÖTV'nin kaldırılması durumunda fiyatların düşeceğine inananlar çoğunlukta olsa da (%57,7), bunun "bir miktar" olacağını söylemeleri dikkat çekici. Bu temkinli beklenti, vatandaşın vergi indiriminin doğrudan raf fiyatına yansımayacağını düşündüğünü gösteriyor. Vatandaşın ekonomi sezgisi şunu söylüyor: "Yük hafifler ama kamyondaki taş yine çok." Çünkü vergiden bağımsız olarak lojistik maliyetleri, küresel fiyat hareketleri ve firmaların fiyatlama davranışları vatandaşın zihninde ayrı birer belirsizlik kaynağı. Bu da vergi politikalarına yönelik güveni sınırlıyor.
Tüm bu tablonun en çarpıcı yansıması ise asgari ücret beklentilerinde ortaya çıkıyor. 2026 için toplumun %41,2'si 25–30 bin TL bandını, %27,8'i ise 30–35 bin TL bandını bekliyor. Bu, asgari ücret tartışmasının artık "piyasa koşullarına göre belirlenen bir ücret" olmaktan çıktığını, hayatta kalma sınırının nereden geçtiğine dair bir toplumsal sezgiye dönüştüğünü gösteriyor. Vatandaşın iç sesi şöyle: "Asgari ücret artsın ama fiyatlar peşinden koşmasın." Çünkü geçmiş deneyimler, maaş artışının daha cebe girmeden etiketlere yansıdığını öğretti. Dolayısıyla ücret beklentisi bir ekonomik tahmin değil; artık bir yaşam maliyeti alarmı olarak öne çıkıyor. Bu alarmın tam ortasında, TBMM'de üst düzey bürokratlara getirilen 30 bin liralık seyyanen zam tartışması, vatandaşın "hayatta kalma maliyeti" ile kamu otoritesinin "ayrıcalık maliyeti" arasındaki uçurumu daha görünür hâle getiriyor. Tüm bu veriler bir arada okunduğunda, Türkiye'de fiyat artışlarının kaynağı olarak yalnızca enflasyon değil, dijital komisyonlar, piyasa yapısı, vergiler ve belirsizliklerle dolu davranışsal unsurlar görülüyor. Vatandaş ekonomik sorunları rakamlardan değil, paket servis fişinden, market poşetinden, dolamayan depodan, ödenmemiş faturadan okuyor ve tam da bu yüzden, ayrıcalıklı ücret zamları enflasyon kadar sinir uçlarına değiyor.

17