Aile meşgul: Lütfen daha sonra tekrar deneyin!

Ancak bu kıymetli çabanın ardından şu soruyu sormalıyız: Kadının güçlenmesi neden çoğu zaman erkeğin geri planda kaldığı bir anlatıyla sunuluyor Elbette kadın odaklı projeler toplumsal gelişim için önemli, ancak bu çaba sürekli bir "ön plana çıkarma" yarışına dönerse, aile yapısını ve sosyal dengeyi zedeleyen bir rekabet iklimi oluşuyor. Oysa kadının çalışması, erkeğin alternatifi değil tamamlayıcısıdır. İhtiyacımız olan şey, rekabet değil dengeyi esas alan bir toplumsal modeldir.


ÖZGÜRLÜKTEN TAHRİBATA GİDEN İNCE ÇİZGİ

Son yıllarda neredeyse bir slogan haline gelen "Ama o da çalışıyor" cümlesi, kadınların iş hayatındaki varlığını yüceltmek adına sıkça kullanılıyor. Başta kulağa özgürlükçü, eşitlikçi, modern bir duruş gibi gelse de bu cümle, derinlemesine incelendiğinde sadece kadın-erkek ilişkilerine değil, geleneksel aile yapısına da zarar veren bir zihinsel iklimi işaret ediyor.

Kadının işe gitmesi, sadece ekonomik değil aynı zamanda sosyal bir dönüşümün parçasıdır. Fakat bu dönüşüm, "Ben de artık dışarıda varım, ev içi sorumluluklar artık ikinci planda" noktasına evrildiğinde, eşin, çocukların ve hatta yaşlı ebeveynlerin hayatındaki dengeler bozuluyor. Kadın, bir yandan "modern kadın" olmaya çalışıyor, öte yandan hâlâ geleneğin yüklediği beklentilerden sıyrılamıyor. Sonuç Ne tam bağımsızlık ne tam aidiyet… Sadece yükü ikiye katlanmış ama anlaşılmamış bir kadın, ve onun karşısında rolleri netleşmemiş, köşesine çekilmiş bir erkek. "Ama o da çalışıyor" anlayışı kadınlar arasında çoğu zaman 'ben de ayakta dururum, istersem giderim' güveni yaratırken, bu durum ikili ilişkilerde güven duygusunu değil, koşullu bağlılığı tetikliyor. Yani sevgi, sadakat, emek gibi değerlerin yerine şu geliyor: "Ben kazanıyorum, ben karar veriyorum. Katlanmam gerekmiyor." Bu söylem, kısa vadede kadına özgüven verirken, uzun vadede ilişkideki dengeyi yıkan ve aileyi bir kontrat haline getiren soğuk bir hukuk mantığına dönüşüyor.

Ekonomik kalkınma, sadece daha fazla kadın ya da daha fazla erkek istihdamıyla değil, daha nitelikli ve dengeli işgücü katılımı ile sağlanabilir. Kadınların işgücüne katılımı elbette artırılmalıdır. Ancak bu artış, erkeklerin katılımını düşürerek değil, sistemin bütününü yeniden düşünerek sağlanmalıdır. Kadınların güçlü olduğu bir toplum, erkeklerin zayıflatıldığı değil, birlikte güçlendirildiği bir toplumdur. Dolayısıyla mesele yalnızca "kadınları güçlendirmek" değil, kadınla erkeği birbirine rağmen değil, birbirini tamamlayan iki paydaş olarak görebilmekte yatıyor.


HERKES KENDİ HİKÂYESİNİN KAHRAMANI AMA…Türk toplumu, asırlardır kooperatif ruhuyla çalışan bir aile modeliyle ayakta kaldı. "Sen yoğurt al, ben çocukları alayım, babaanne de çorbayı karıştırsın" tarzı iş bölümleriyle yürüyen bu yapı, ne IMF'ye ne enflasyona pabuç bırakmadı.Anne, yalnızca çocuk büyüten bir figür değildi. O aynı zamanda; oğlunun sınav stresini hissederken, kızının çeyizini de zihninde düzenleyendi. Baba ise sadece "eve para getiren adam" değil, aynı zamanda: Çocuğun karne notuna göre kahveyi ya şekerli ya sade içendi. Aile, sadece bir çekirdek değil; sosyolojik bir holdingdi. Dedeler tecrübe departmanını, nineler sağlıklı yaşam birimini yönetirdi. Teyze AR-GE, dayı ise savunma bakanı gibiydi. Gelin-kaynana ilişkileri ise adeta dış ticaret müzakereleri gibiydi: Kimi zaman gergin, ama hep karşılıklı çıkar temelinde.