Tohumu olmayan hiçbir şey olamaz (2)

Türkiye bu kıyametten kurtulabilir mi Yazı ve kâğıt uygarlığı toplumu, insan haklarına dayalı, her bakımdan demokrat ve liberal bir toplum olarak kurtulabilir. Ancak, sağduyusuna güvenilen halkların yozlaşma karşısında totaliter milliyetçiliğe ve dine sığınma kolaycılığını seçtikleri, tarih boyunca çok görülmüştür. Türkiye, yozlaşmayla birlikte, yozlaşmayla iç içe böyle bir yanılsamayı yaşıyor. Tarihin bu noktasında Türkiye'nin merkez sağına çok iş düşüyor. Yozlaşmanın anaforunu durdurması, hiç değilse (şimdilik) gerilemeyi göze alması bu kesimin demokrasiyi bütün kurumlarıyla benimsemesine, onu savunmasına ve yaygınlaştırmasına, onu toplumsal yaşama yansıtmasına ve demokrasiyi halkın umuduna dönüştürmesine bağlı.

DYP ve SHP koalisyonunun ilk günlerinde bunun için tarihsel bir fırsat yakalanmıştı. Ancak DYP'nin geleneksel hastalığından kurtulamaması bu tarihsel fırsatın kaçırılmasına yol açtı. Özelleştirme ve demokratikleşme ikileminde sorumsuzca goygoyculuk yapan medyanın kamuoyunu yanıltması bu fırsatın kaçırılmasını alabildiğine hızlandırdı. Demokratikleşme olmadan, gerçek ve toplum yararına bir özelleştirmenin de olamayacağını savunanları hedef tahtası haline getirmesi, medyanın ne ölçüde çağdışına düştüğünün en önemli kanıtıdır.

Fırsat çıkmışken çuvaldızı da kendimize batıralım: edebiyatın, sanatın "ortamı" bu yozlaşmadan hangi ölçüde etkilenmiştir Bu soruyu kendimize sormak zorundayız. Edebiyat ve sanatın değerlendirme dizgelerinin bu yozlaşmadan pay almadığını ileri sürmek çok zor. Ben, kendi adıma, yazarın, uzun süredir bir yana bıraktığı aydın ve entelektüel kimliğine geri dönmesi gerektiğini düşünüyorum: onun, Voltaire, Diderot, JeanJacques Rousseau, Emile Zola, Andre Gide, Jean-Paul Sartre ve Albert Camus gibi yazarların geliştirdiği aydın-yazar kimliğine yeniden kavuşması gerektiğini düşünüyorum. Yazar, yazı ve kâğıt uygarlığının simgesi olduğunu anımsamalı ve medya egemenliği karşısında kapıldığı aşağılık duygusundan kurtulmalıdır. Yazarı ve edebiyatı onarmamız gerektiğini düşünüyorum. Yazarın, belki de, onurunu kurtarmak için bir "şeye" angaje (savgüder) olması gerekecektir. "Angaje (Savgüden)" ve "edebiyat" sözcüklerinin bir kez daha yan yana kullanılması olasılığından tüyleri diken diken olacakların yüzleri gözümün önüne geliyor. Jean-Paul Sartre'ın savgüder edebiyatı savunduğu Presentatiton des Temps Modernes başlıklı yazısı dilimize, ne yazık ki, çok eksik ve biraz da saptırılarak çevrilmiştir; hele gönüllü ("engage" sözcüğünü Türkçeye çevirenler bu sözcüğün karşılığı olarak neden "güdümlü" ve "bağımlı" sözcüklerini düşünmüşler de "savgüder" ya da "gönüllü" sözcüğünü akıllarına getirmemişler, anlamıyorum) edebiyatta, gönüllü oluşun, edebiyatı hiçbir zaman unutturmaması gerektiğini anımsattığı cümle hiç çevrilmemiş ve Sartre'ın böyle bir cümle yazmış olduğu anımsanmamıştır.