Gene şiir günü

Değerli okurlar, bu pazar da şiir okumak zorundasınız! Haziran ayında Sia Yayınevi tarafından yayımlanacak olan "Bütün Şiirler"imin beşinci ve son kitabında yer alan şiirler. KAÇIK BİLGENİN GÖZLEMLERİ VI İşçi sınıfı cennete giderse! (İşçi sınıfı her yaz cennete gitmez, devre mülk yoktur o beldede.) İşçi sınıfı cennete giderse işveren patron da girer cennet haremine oysa hep cehenneme gideceğini sanmıştır budala! (Ama Dostoyevski'nin budalası değildir!) İş ve çalışma yorar, dinlenmek gerek iki yıldız arası bir göksel hamakta şapkasını Büyükayı'nın çengeline asar bir ayrıcalık olarak sendikalı işçi. Huriler ve gılmanlar işçi sınıfı içindir, çünkü uyku kardeşliği diye bir şey var. Önce Sırat Köprüsü'nden geçer işçi sınıfı elini kolunu sallayarak kolbastı oynayarak, üzerine binmek için bir koç arar patron her yıl birkaç tane kurban kesmiştir, ama ara da bulasın, karaborsada. İşçi sınıfı cennete gitmek istemezse, kızgın sac üzerinde namaz kılar patron patlama mısır gibi yerinde zıplar. Dinledikten sonra Tanrı'nın huzura çıkar işçi sınıfı boşanarak alınyazısından, karşılıklı Türk kahvesi içerler, fal kapatırlar. Bekleme odasında bekler bu sırada işveren-patron, tavana bakar, parmaklarını çıtlatır, başmelekler sırada beklemezler, bunu da görür. Azrail öyle çok girer çıkar ki içeride mi yaşar dışarıda mı, bilemezsin. Bekleme odasında bekler işveren-patron, merak içinde mırıldanır kendi kendine: "Her şeyini ver, Tanrı gelip seni bulur!" diye. Yanlış! O zaman herkes işsiz kalır! İşsiz kalır dondurma ve terlik satıcıları, baloncular, koz helvacılar, lotocu ve totocular ve Max Jacob'un şarap ve şapka satıcıları. İşçi sınıfı cennete gider devrim olsa da olmasa da, işçi sınıfı aracısız görüşür bilinmeyen bir tanrıyla. Epilog olarak son cümle, fazlası gerekmez: İş kazası kurbanlarıdır gökteki yıldızlar. (Farilya, 31.08.2009-29.05.2011) KARA DELİKTE BİR YOLCULUK Özdemir! Utandığım adımdır çocukken çocukluğumda. Oysa verilmiş görklü ve kutlu olsun diye insanlar arasında. Bir eşek arısı takımı soktu başımdan beş yaşımda, öldüm ve bir yıl sonra dirildim. Yürümeyi, konuşmayı bir kez daha öğrendim. Ama bulamadım bir daha birkaç zulaya gömdüğüm hazinemi. Bir böğürtlen çalısı erostum arı salkımı başımda, aklım tozlu asma yaprakları arasında. Güneş tozlarıyla kamaşmış trahomlu gözlerim, derken bir yırtıcı hayvana dönüştüm bir sabah. Toz-topraktan bir heykel yaptım, susuz, bana benzeyen, gözsüz, burunsuz, kulaksız; sonra bir şimşek oldum yukarılarda çarptım bu et ve toz yığını kitleyi. Kaç zamandır bedenim yok, dilim dilsiz, sağır kulaklarım; meşin kisvemde biri var, sanki benmişim gibi yapıyor, kandırıyor benim olmayan hayatı. Ölüyüm, ölü taklidi yapıyorum cangılda, yırtıcı hayvan kokusu alıp kokluyor olmayan ruhumu etobur hayvanlar. Karıncalar girip çıkıyor ağzıma, burnuma, kulağıma, sırada artık akrepler var. Olmayan ağustos böcekleri korosunu duyuyorum sağır kulağımda. Belki de anımsıyorum bunları bir başka hayatımda. Bir serap. Son bir karar aldım, kararım karar, bir yandan çürür bir yandan yeşerirken bedenim, karar verdim, son kez dirileceğim; kendi boyunduruğumdan kurtulup ilk kez özgür olacağım 1 Eylül 2016'da. Bir köy evinin sayvanı altında şarap içip pipo tüttüreceğim! Ülker! Pomak ecesi Rodop dağlarında hemşerilerine göre. Bana göre Toroslarda Hititlerin su içtiği son kaynak. Geyik yavrusudur kayadan kayaya, kapı tokmağıdır, köyün yunaklığıdır, çıkmayan kınadır ki bir nişan günü yakılır. Ülker bağbozumudur, Büyük Mekong