Ağabey, niye yazmıyorsunuz

Bir müddettir, makale yazmayı gevşettiğimizden dolayı bazı arkadaşlarımız, bize başlıktaki bu soruyu soruyorlar.

Ya bizzat telefonla ya da mesaj şeklindeki bu suallerden, "öküz altında buzağı arama" kabilinden olanlar da var. Onlara da, gülüp geçiyoruz. Başka merak eden arkadaşlara da, cevap mahiyetinde, böyle bir makale yazmayı düşündüm.

Evvelâ şunu söyleyeyim: Şükür, gazetemizin neşir hayatına başlayışının ilk senelerinden beri yazan, hâlen hayatta olan bir kaç kişiden biriyiz. ok genç yaşlarda başladığımız yazma işinde, o zamanlar, bazı arkadaşlarımızın teveccüh etmesi üzerine, "enaniyet" olmasın diye ara vermeye çalıştım. Bunu duyan ve benim yazma işimde müşevvikim olan rahmetli "Hilmi Doğan" Ağabeyim dedi ki, "Kardeşim, bu yazma işi bir kabiliyettir. Cenab-ı Hak, bunu sana vermiş. Bu nimetin zekâtını vermen lâzım. Yazmaya devam et!" Yine aynı minval üzere, Allah selâmet versin, Necati Yılmaz Ağabeyimiz de benzer şeyler söyleyip bizi teşvik ettiler. O gün bu gündür, bazen ara versek de, elhamdulillah çeşitli mevzularda yazıyor, faydalı olmaya çalışıyoruz.

Gazetemizde, bir iki defa, bazı yazarların ayrılması üzerine sıkıntılı hâller tezahür edince, bize "Aman yazmaları sıklaştır!" denildi ve bazen her gün, hattâ günde iki makale yazdığımız bile oldu. Hemen hemen her mevzuda yazdık. Dinî, millî, edebî, iktisadî, içtimai, siyasî... Hikâyeleştirilmiş mevzular, şiirler, röportajlar, hicivler, hele bir de taziye makaleleri... Hepsini de kendi dağarcığımızdan yazdık. Kopyala-yapıştır veya intihal hâllerine hiç teşebbüs etmedik binler şükür. Bunlardan en garibime gideni de, bir zamanlar gazetede "ipleri elinde tutan" birinin bana "Sen siyasî makale yazma, ben yazıyorum!" tavsiyesi(!) olmuştu. Neler gördük neler geçirdik...