Trump'la kazanmanın maliyeti

Önceki gün Beyaz Saray'da misafir devlet başkanlarına ayrılan ve daha önce defalarca oturduğu koltukta 2019'dan bu yana ilk kez yerini alan Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın dönerken yolda kullandığı "Atılan çamurlarla kirletilemeyecek kadar güzel bir ziyaretti" ifadesi görüşmenin, öncesinde ve sonrasında yapılan açıklamaların, kullanılan cümlelerin, atılan imzaların ne kadar içine sindiğini gösteriyor.

Görüşmeden önce ABD'nin Ankara Büyükelçisi'nin yaptığı açıklamalar, Türkiye'ye meşruiyet verilmesi gerektiği sözleri, ABD Dışişleri Bakanı Marco Rubio'nun Erdoğan'ın görüşme talebini tanımlarken kullandığı ifade, Cumhurbaşkanı'nın Fox News'taki cümlelerinin düzeltilme ihtiyacı –ki Erdoğan'ın genel tarzı düşünüldüğünde ortada düzeltilecek pek bir şey de yoktu- ve nihayetinde randevunun başında Erdoğan'ın neredeyse hiç konuşmadığı ancak Trump'ın -o odadaki diğer görüşmelerde olduğu gibi- tek kişilik şovuna dönen basın açıklaması bir bütün olarak değerlendirildiğinde fotoğraf o kadar parlak görünmüyor. Müzakerelerin çıktısının tüm bu olumsuz havayı göz ardı etmeye yetecek bir sonuca ulaşması lazım ki bunun ne olduğuna dair de resmi bir çerçeve çizilmiş değil.

Türkiye-ABD arasında gerçekleşen görüşmelerin her zaman önemli olması, lider seviyesindeki randevuların olumlu ya da olumsuz anlamda ikili ilişkileri etkilemesi işin doğası gereği. Hatta biraz daha ileri gidersek Türkiye'den giden isimler için Beyaz Saray randevularının ulusal ya da uluslararası anlamda bir güç ya da meşruiyet transferinin parçası görülmesi de ilk değil.

Erdoğan'ın henüz başbakan bile olmadığı dönemde AK Parti Genel Başkanı sıfatıyla 10 Aralık 2002'de dönemin başkanı George Bush ile görüşmesi de içerde askeri vesayetin vermediği meşruiyet zeminini ABD üzerinden temin etme arayışının bir yansıması idi. Antidemokratik bir vesayet odağı karşısında ABD ve AB içeriye karşı bir güç kaynağı idi.

Şimdi sorulacak soru bugünkü meşruiyet arayışının kime karşı olduğu. Bunun cevabını da muhtemelen sözün sahibi olan ABD büyükelçisinin vermesini bekleyeceğiz gibi görünüyor.

Türk tarafının ABD'den gelen açıklamalar hakkında bir yorumda bulunmamış olmasını ayrıca değerlendirmek gerek. Ancak asıl önemli olan tüm bu ifadelerin, Oval Ofis'teki psikolojinin Amerikan tarafının Türkiye'yi ve muhataplarını nasıl gördüklerini ve zihinlerinde nereye oturttuklarını ortaya koyuyor olması. Bu da göz hizasında bir müzakere yapmanın ya da yapmış olmanın neredeyse imkansızlığını gösteriyor.

Sizi sırtı sıvazlanması, meşruiyet transfer edilmesi, taleplerinin karşılanması için önce karşı adımlar atması gereken bir aktör olarak tanımlayan bir muhatapla eşitler arası diyalog kurmak çok zor. Kaldı ki Trump bu pozisyonunu BM'nin açılışında yaptığı konuşmada da gösterdi.

Aslında Erdoğan'ın bugüne kadar kullandığı "Dünya beşten büyüktür" ifadesini 'birden büyüktür' şeklinde revize etmesi belki daha doğru olacak. Bugüne kadar İsrail'i engellemeyi bir kenara bırakalım kınamayı ya da ahlaken mahkûm etmeyi amaçlayan tüm BM kararlarını ne İngiltere ne Rusya ne Çin ne de Fransa veto etti. Türkiye'nin tek ses çıkarmadığı aktörün tüm bu kararları veto eden ve İsrail'e katliamları için askeri destek veren ABD olmasının ise en azından tutarlılık sorunu olduğu vakıa. Bir de İsrail'e neredeyse koşulsuz destek veren bu liderin