Tasfiye döngüsü kader mi

Türkiye temelde bir sistemsizlik, yönsüzlük ve savrulma dönemi yaşıyor. Bunu sadece mevcut siyasal ortam, siyasi aktörler ve toplumsal dağınıklık olarak da görmemek gerek.Her şeyin başında 12 Eylül'de askerler tarafından yazılan ve defalarca tadil edilen en son olarak da 16 Nisan 2017 referandumu ile yönetim sistemi kökten değişen yamalı bir anayasa duruyor.Ülkenin idari sistemi mülga, kaldırılmış maddeler, kurumlar, yönetmelikler çöplüğü. Tanzimat'tan bu yana Bab-ı Ali geleneğinde bir tecrübe biriktirmiş başbakanlık sistemi sanki bilgisayarda Shift-Del tuşuna basar gibi tecrübesi ile, personeli ile silindi gitti. Tek fark yerine başka bir programı bilgisayara yükler gibi kuramıyorsunuz.Tasfiyeyeniden inşa, yeniden tasfiyeyeni baştan inşa süreçleri o kadar hızlı gelişiyor ki iki aşama önce nerede olduğumuzu hatırlayan yok. Yıllarını başbakanlıkta geçirmiş onlarca yetişmiş bürokratın ve hafızanın rüzgârda savrulan yapraklar gibi farklı kurumlarda nasıl sığıntı haline geldiğini bilen bilir Ankara'da. Sanki başka ülkenin hatta başka iktidarın bürokratları idi.15 Temmuz darbe girişimiyle FETÖ ahlaksızlığının da alan açtığı bu tasfiye sıfır kilometre bir bürokrasi kadrosunun kurulmasına imkân tanıdı.Sonrasında mesleki liyakat değil siyasi irtibat üzerinden şekillenen devlet büyüdü büyüdü ve toplumsal hayatın neredeyse tüm hacmini kaplar hale geldi. Sıfır kilometre, araç alırken iyi ama 85 milyonluk bir ülkeyi yönetirken öyle değil.Bu tecrübe eksikliğinin en çok hissedildiği alanlardan biri ekonomi. Türkiye, keşke olmasaydı desek de, son 20-30 yıl içerisinde birçok ekonomik krizden geçti. Hepsi bir yanda ciddi olumsuz etkiler bıraktı ama bir yanda da kriz süreçlerini tecrübe etmiş bir birikim oluşturdu.Ödemeler dengesi, kur rejimi, rezerv yönetimi, borçlanma stratejileri gibi konularda en ağır krizleri görmüş kadrolar bu son dönemde ya kendi isteğiyle ayrıldı, ya atıl pozisyona çekildi ya da doğrudan tasfiye edildi.Memleket Tansu Çiller'e ülke yönetmeyi öğrenmesi için laboratuvar haline geldiği gibi şimdi de Şahap Kavcıoğlu ve benzeri kadrolara ekonomi nasıl yönetilmezi öğreten bir deneme tahtası durumunda. İnsanın içini acıtan ise mevcut kadroların aslında öğrenmeye niyetli olmaması ve hatta yaşanan tüm krizlerin kendi doğrularını teyit ettiğini düşünmeleri.Eski Maliye Bakanı Mehmet Şimşek'in ekonomi yönetimi için Cumhurbaşkanı Erdoğan tarafından davet edilmesi aslında en azından AK Parti'nin içinde hala rasyonelin ne olduğunu bilenler açısından önemli bir hamle idi.Davet, beklendiği gibi, sonuç vermedi. Virgülün nereye konulduğu önemli. Zaten gerçekçi bir beklenti yoktu.Ele geçen her fırsatta Erdoğan'ın ekonomi kapasitesi ve liderliği konusunda iddialı övgü cümleleri kuranların Şimşek'in AK Parti Genel Merkezi'ne geldiğinde sergiledikleri umutlu tavır, tutarsızlığın tedavi edilmesinin ne kadar zor olduğunu da unutanlara hatırlattı.Mevzumuza dönersek, seçimlerde eğer iktidar değişikliği yaşanırsa bu yönsüzlük ve savrulma yeni bir