Türkiye'nin son 40 yılını esir almış terör sorunundan kurtulmak için gelinen kritik aşamanın İmralı'da Abdullah Öcalan ile milletvekillerinin görüşmesine gelip kilitlenmiş olması ne kadar doğru tartışmaya değer. Meselenin farklı boyutları var.
Bir yanda 22 Ekim'deki açıklaması ile Devlet Bahçeli kolay kolay tahmin edilemeyecek bir süreci başlattı. Bahçeli çıtayı bu kadar yukarı koyarak umut hakkını ve Öcalan'ın DEM Parti grubuna gelip konuşmasını gündeme getirerek sürecin nihayetinde Öcalan parantezine hapsolmasına mı neden oldu Bahçeli o açıklamaları yapana kadar ne Öcalan'ın ne DEM Parti'nin ne de başka birisinin bugün tartıştığımız konuların yakınından geçmesi bile hayal edilemezdi. Dolayısıyla Bahçeli daha makul bir çerçeve ile de süreci ilerletebilir miydi
Dün TBMM'deki komisyonda tartışılan konuları bir kenara bırakın 1 Ekim 2024'te Bahçeli'nin DEM Partililerle tokalaşması bile yeni bir psikolojik ortamın doğması yönünde ciddi etki uyandırmıştı. Tersten baktığımızda ise eğer Bahçeli o yüksek tonu tutturmasa idi baştan beri sürecin dışında kalmaya çalışan Cumhurbaşkanı Erdoğan'ı ve iktidarı harekete geçirmek mümkün olur muydu
40 yıllık ezberlerin, devletin genlerine işlemiş Kürt karşıtı reflekslerin, iktidarın büyük ortağının içinden çıkamadığı siyasetsizlik stratejisinin ve özellikle son 10 yıldır farklı formlarda evrilen ulusalcı/muhafazakâr/milliyetçi bileşimi hibrid tepkilerin aşılması mümkün olur muydu
Geçmişe dönük "olsa/olmasa ne olurdu" spekülasyonlarının sonu yok. Ancak dün ortaya çıkan fotoğrafın en temel unsurlarından birinin AK Parti'nin ısrarla takip ettiği dokunmadan, değmeden, bulaşmadan yönetme çabası olduğunu görmek gerek.
Türkiye'nin en önemli sorunlarından birinde tarihi bir eşikte MHP, CHP, DEM Parti ve diğer aktörler, beğenilir ya da beğenilmez, kendilerince anlaşılır tavırlar alırken en az konuşan, gri alandan çıkmamak için en fazla çaba gösteren AK Parti ve Cumhurbaşkanı Erdoğan oldu.
Devlet yönetmenin tavır almaktan, risk üstlenmekten, pozisyon koymaktan, diklenmeden dik durmaktan geçmek olduğunu prensip olarak ortaya koyan AK Parti'nin bu kadar hayati bir konuda ön almaktan kaçınıp süreci komisyona havale etmesi dün itibariyle nihayet buldu.
Her konuda öncü ve lider olup toplumsal riski yüksek başlıklarda sorumluluğu genele yayma stratejisinin sınırlarına gelinmiş olundu.
CHP'nin muhtemel bir cumhurbaşkanlığı seçiminde kendisi için önemli destek merkezi olan DEM Parti'nin karşısında yer almasının etkilerini önümüzdeki günlerde daha net görebiliriz. CHP bir yanda hemen her konuda çok benzer düşündüğü DEM Parti tabanı ile arasında oluşacak soğukluğu yönetmek zorunda kalacak. Diğer yanda ise belki de ilk kez AK Parti ve MHP tabanlarının aslında kendi partilerinden görmek istedikleri bir pozisyon aldı.
Türkiye'nin kurucu partisi ve dolayısıyla bugün yaşanan kimlik sorunlarının da kurucu aktörü CHP'nin süreç ilk başladığında Genel Başkanı'nın ağzından "Kürt sorunu vardır. Kürt'ün sorununun olup olmadığına Kürtler karar verir. Devlet karar veremez. O yüzden Kürtlerin sorunları Kürtler 'sorunum kalmadı' diyene kadar vardır ve çözülmesi gerekir."

5