Eylemleri değil sözleri esas almanın hafifliği

MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli'nin 1 Ekim'de DEM Partililer ile tokalaşması, Meclis açılış resepsiyonunda herkese sıcak yaklaşımı ve grup toplantılarındaki açıklamaları ile başlayan süreç meseleyle ilgili herkesi farklı yerlere savurdu.

Tüm kesimlerin mutabık olduğu nokta Bahçeli'nin açıklamalarının sertliği, oyun değiştirici doğası ve toplumsal psikolojide deprem etkisi yarattığı elbette. Ama sonrası değişiyor.

Açıkçası başta çok az kişi bu sürecin 'başlamayabileceğini' düşündü. Eğer iktidarın etkili ortağı bunu söylüyorsa sonuç üretmeme ihtimali çok zayıftı. Üstüne İmralı'da Abdullah Öcalan ve Edirne'de Selahattin Demirtaş'ın destek açıklamaları, DEM Parti'nin temkinli ama olumlu çerçevesi birleşince beklentiler daha da güçlendi.

Sessiz kalan tek aktörün Erdoğan olması "iyi niyetli" beklentileri çok da etkilemedi. İyimser olmak ve geleceğe dair olumlu beklentilerle hareket etmek ülkede en azından son beş yılda pek beklenen sonucu vermedi. Özellikle muhalefetin ayaklarını yerden kesecek kadar zafer beklentisi içine girdikleri 2023 seçimleri pozitif beklentinin yüksekliği ile aynı oranda yıkıcı bir hayal kırıklığı da oluşturdu. İktidar cenahında ise seçimlerin kaybedilmesinden korku ne kadar yüksek ise rahatlama da o ölçüdeydi.

O dönemde muhalefete "fotoğraf o kadar da zannettiğiniz gibi değil" diyenlerin seçim öncesinde gördükleri tepkiyi sıralamanın pek kimseye faydası yok. Ama "sakın gerçeklemesin" ile "olsa iyi olur ama kolay değil" arasındaki ince çizgiyi kabullenemeyecek kadar sert bir siyasi pozisyon alma kültürümüz var.

Herkesin alternatifsiz siyah-beyaz arasında bir seçim yapması gerekiyor. Hayat ise siyah-beyazın istisna, gri tonların genel kural olduğu bir pratik dayatıyor oysa.

Bahçeli'nin Öcalan hamlesi yine uçlarda parçalı bir yapı doğurdu. Liderlerin grup toplantılarından taraflar kendi duymak istedikleri üzerinden çıkarımlar yapıyorlar.

İki aylık süreç "hiçbir şey olmasa da birşeylerin olduğu" kanaatini besliyor. Ancak tüm "iyi niyetli" okumalara rağmen bu haftaki grup konuşmaları da iktidarın iki ortağının ne yapılması, ne zaman yapılması ve nasıl yapılması gerektiği konusunda aynı noktada olduklarını göstermiş değil.

Nedense iktidarın somut adımlarından çok sözleri üzerine bir kanaat ve öngörü bina edilmeye çalışılıyor. Erdoğan Bahçeli'nin çağrısına önce sessiz kalmayı tercih etti. Sonra yaptığı gecikmiş destek açıklamalarını ise somut adımlarla anlamsız hale getirdi.

Neredeyse her destek açıklamasını kayyım atamaları ve sert güvenlik önlemleri takip etti.

İlk kayyım hamlesinde güvenlik ve yargı bürokrasinin, daha önceki arayışlarda olduğu gibi, iktidara rağmen ayak sürüdüğü ve süreci başlamadan bitirmeyi amaçladığı düşünüldü.

Özellikle başkanlık sistemine geçtikten, Erdoğan yargı da dahil olmak üzere devlet üzerinde güçlü bir kontrol sağladıktan sonra böylesi bir oyun bozanlık çok kolay değilse de "neden olmasın" yaklaşımı egemen oldu. Bir de Esenyurt belediyesine kayyım atanmasının Kürt meselesi bağlamının dışında Ekrem İmamoğlu'nu hedef aldığı algısı da oturunca bu adım da tevil edilmekte zorlanılmadı.

Ama arkasından Ahmet Türk'ün doğrudan hedef alınması, Tunceli ve Ovacık belediyelerinin de listeye eklenmesi, kayyım pratiğinin muhtarlara kadar uzanması da "iyi niyetli" bakışlarda sürecin sahiciliğinin sorgulanmasını getirmedi.