Dış politikada güveni kaybettikten sonra...

O kadar gürültüden, "NATO meselesinde İsveç ve Finlandiya terörle mücadelede net adımlar atana kadar duruşumuzu kesinlikle değiştirmeyiz.", "İsveç PKK'nın Avrupa'daki mağarasıdır. Kandil dağı neyse Stockholm aynısıdır." efelenmelerinden sonra Türkiye neredeyse sessiz sedasız İsveç'in NATO üyeliğini onayladı.

Sessiz sedasız dediysem iktidarın İsveç konusundaki tutumunu Batı karşısında son kale olarak, haklı ve güçlü ülkenin eyvallahsız dış politikası olarak anlatanları kastediyorum.

İsveç'in NATO üyeliği tartışması bitene kadar İstanbul'da belediye otobüslerinin performansını gündemine alan medya ABD'nin F-16 konusunda adım atması ile "Türkiye NATO'daki konumunu güçlendirdi." başlıklarını atarak rahatladı.

ABD Dışişleri Bakan Yardımcısı Victoria Nulland'ın CNN Türk'ten Büşra Arslantaş'a yaptığı "S-400 meselesini halledebilirsek, ABD Türkiye'yi F-35 ailesine geri almaktan memnuniyet duyacaktır." açıklamasını ise virgülden önceki bölümü atlayarak manşet yapmak

kimi kandırdı orası ayrı mesele. Bektaşi'nin " namaza yaklaşmayın" ayeti yorumu gibi.

Ne zaman kim ne dedi, iktidar medyası nasıl hem amansız ABD ve Batı karşıtı hem "Batı ittifakında güçlü Türkiye" anlatıcısı, iktidar birbiriyle taban tabana zıt politikaları nasıl savunabiliyor ve seçmenine anlatıyor an itibariyle sansasyonel detaylara dönmüş durumda.

Ekonomistleri tarif ederken biraz da istihzai bir şekilde "İyi bir iktisatçı, dün yaptığı tahminin bugün neden başarısız olduğunu en iyi şekilde açıklayabilen kişidir" tanımlamasını bugün Türk diplomasisi için yapmak mümkün hale geldi.

"İyi diplomat dün yaptığı blöften bugün neden vazgeçtiğini en iyi şekilde izah eden kişidir." noktasına gelmiş durumdayız.

Mesele ABD karşıtlığı ya da taraftarlığı, İsveç'in NATO üyeliğini desteklemek ya da Türkiye'nin Batı ittifakındaki yerini tanımlamak değil. Usul de sorun varsa neyi neden yaptığınızın bir anlamı kalmıyor.

Suudi Arabistan'la Cemal Kaşıkçı davasındaki tavır değişikliğinden, Birleşik Arap Emirlikleri'nin 15 Temmuz darbesinin destekçiliğinden Körfez'deki neredeyse en yakın müttefik hale gelmesine, HAMAS'ı gözü kapalı terör örgütü olarak yaftalamaya haklı olarak itiraz edip HAMAS üyelerine kapıyı göstermeye, İsrail'e ülke içinde en yüksek perdeden tepki gösterip büyükelçiyi çekmek için bile Tel Aviv'in adım atmasını beklemeye, "bu can bu bedende, bu fakir bu görevde olduğu sürece" diye cümleye girip söylenenin tersini yapmak için takvime bile bakmamaya, "derhal ülkeden kovulsunlar" diye başlayan "persona non grata" blöflerinin güç bela bulunan formüllerle yutulmasına kadar onlarca örneği sıralamak mümkün.

Türkiye'nin pozisyon ve tavır değişiklikleri; diplomasinin olmazsa olmazı esneklik limitlerini, al-ver süreçlerini, pazarlık marjlarını, pragmatizm tariflerini hatta oportünizm zirvelerini geçmiş durumda.