İspanya'nın Başbakan Pedro Sanchez başkanlığındaki solcu hükümeti İsrail'in katliamları başladığı günden beri net bir pozisyon aldı. Nüfusu ve ekonomisi ile Avrupa'da önemli bir yere sahip olan İspanya 2024'ün Mayıs'ın da Filistin'i tanıdı. İspanya'yla birlikte İrlanda ve Norveç de benzer tutumu aldılar.
Kalan Avrupa Birliği ülkeleri ise tüm kıtanın İsrail cinayetlerindeki işbirliğini görünür hale getiren Komisyon Başkanı Ursula Von der Layen'in gölgesi altında kaldı.
Netanyahu'nun yanında çelik yelekle fotoğraf veren Komisyon Başkanı tarihin bir başka soykırımda yine bir Alman olarak utanç karesinin içine girmeyi başardı.
O güne kadar zaten dünyanın en büyük açık hava hapishanesinde yaşayan sivil Filistin halkını bir katliam makinesi olan İsrail ordusu karşısında yalnız bırakan Batı kendi varlığını üzerine inşa ettiğini savunduğu değerleri yine kendi ayakları altına aldı.
7 Ekim 2023 sonrasında İsrail dev askeri gücü ile çoğunluğu kadınlar ve çocuklardan oluşan bir halkı katletmeye başlamasından geride kalan yaklaşık iki yıla bakıldığında Netanyahu'nun daha ilk dakikadan itibaren amacının Gazze'yi haritadan silmek olduğu daha iyi anlaşılıyor.
Gazze'de gerçekte kaç kişinin öldüğü bile bilinmiyor artık. Aylardır süren abluka ve insani yardımların girmesinin engellenmesi ile Filistin'de açlıktan hayatını kaybedenlerin sayısının bombalar altında ölenlerden daha fazla olduğu ifade ediliyor.
Dile bile kolay değil. Açlıktan, yiyecek bir şey bulamamaktan, beslenememekten dolayı insanlar ölüyor. Yaşananlar ise tarihin görsel olarak kayda geçen en büyük dramlarından biri olma yolunda.
Üstelik bu cinayetleri işleyen İsrail ordusu açısından katliamların kayda geçmesi tam da istenen bir gelişme. Kötülüğün, cinayetin, soykırımın pornografisi üzerinden güç inşa eden acımasız bir rejim var karşımızda.
Almanlar Yahudi soykırımında bir yanda korkunç bir yok etme sistemi kurarken diğer yanda bunu gizlemeyi de başarmıştı, en azından uğraşmıştı. Birçok toplama kampı savaş bittikten sonra bulundu.
İsrail'in Almanlardan farkı işledikleri suçu göstermekten, bilinir kılmaktan gurur duymaları ve sistemlerini suçlusu oldukları soykırımı görünür kılmak üzerine inşa etmeleri.
Dolayısıyla hiçbir küresel aktörün bilmeme, öngörmeme bahanesi yok. Üstelik özellikle Batılı ülkelerde yüzbinlerce kişi sokaklara dökülüp kendi hükümetlerini adım atmaya çağırmışken adım atmayan hükümetler işlenen cinayetlere en hafif tabirle seyirci kaldılar.
İsrail'in uluslararası sistemin değer ve hukuk temellerini en alttan sarsan bu cüretinin arkasındaki en büyük güç ABD olsa da Avrupa'nın jeopolitik anlamsızlığının ilkesel tutarsızlıkla bütünleştiği de görülmüş oldu.
Şimdi iki yıldır bekleyen Avrupa ülkeleri birer birer Filistin'i tanıyacaklarını açıklamaya başladılar. Üzerlerinde toplumsal baskıya bugüne kadar direnen hükümetlerden son dalgayı başlatan Fransa Cumhurbaşkanı Macron oldu. Bir yanda NATO'da ABD ile küresel liderlik yarışına giren diğer yanda Ortadoğu'da ve Afrika'da Ankara ile rekabet eden Paris emperyal geçmişi olan devlet olan iddiasını sorgulatan duyarsızlığını nihayet yumuşatacak kritik bir adım atıyor.