Yaşlılık bir kayıplar senfonisi olmaktan çıkıyor
Yaşlanma denince hepimizin aklına genelde aynı şeyler gelir: İşitmenin azalması, görmenin zayıflaması, uykuların bölünüp kısalması, ağrı ve sızıların artması, yorgunlukların sıklaşması...
Yukarıda saydıklarımı "yaşlanma" sözcüğünün en çok konuşulan yol arkadaşları olduğu doğrudur. Yaşlandıkça muhakkak ki bedenimizde de ruhumuzda da pek çok şey değişiyor. Örneğin, metabolizmamız, bağışıklığımız zayıf düşüyor. Paslanmaoksidasyon, iltihaplanmainflamasyon, şekerlenmeglikasyon üçlüsü devreye giriyor.
Neticede odaklanmamız, bilgi depolama gücümüzbelleğimiz gerilemeye; kemiklerimiz, kaslarımız, eklemlerimiz bizi taşımakta güçlük çekmeye; kalbimiz eski kan pompalama gücünü kaybetmeye, akciğerlerimiz gençliğimizdeki gaz değişimi kapasitesini düşürmeye, böbreklerimiz orta yaşlardaki toksin temizleme yeteneğini frenlemeye başlıyor. Kısacası konu "yaşlanma" olunca hepimizin aklına ilk gelen şey adeta bir "kayıplar senfonisi"ni dinlemekle eşanlamlıdır. Ne iyi ki bu durum son yıllarda özellikle geçtiğimiz son 10 yılda muazzam bir değişim içinde. Yukarıda özetlemeye çalıştığım yaşlılık işaretlerini şimdi çoğumuz 70'li 80'li yaşlarda bile yaşamıyor, yaşasak bile kabul etmiyor, hatta reddediyoruz. Peki, neden Nedeni şu...
strong class'read-more-detail'Haberin DevamıMÜHİM SORU
ÖMÜR NEDİR
Yeni bir çocuk doğduğunda ilk işimiz kulağına ismini besmeleyle üflemeden önce anne babasına yürektensamimi bir "ömrü uzun olsun dileği" dilemek olur. Yaşı 70'i geçen biriyle karşılaştığımızda da ilk selamlaşmamızın hemen ardından ağzımızdan "Allah size uzun ömürler versin" cümlesi dökülüverir. "Ömür"den söz ederken de aslında hepimiz aynı şeyleri düşünür, "kişinin hayatta olduğu süre"yi kastederiz. Bilimsel olarak da bu böyledir ve "ömrümüzün zaman çizelgesi" basitçe iki kısma ayrılabilir.
Birincisi "SAĞLIKLI YAŞAM SÜRESİ"dir. Bu süre ömrümüzün sağlam olarak geçen zaman dilimini ifade eder. İkincisi ise "HASTALIKLI YAŞAM DÖNEMLERİ"dir. O dönemlerin toplamı ise hasta olduğumuz, hastalıklarla boğuştuğumuz günlerin toplamıdır. Bana sorarsanız ömrümüzün özeti bu iki zaman diliminin uzunluğu ya da kısalığıyla ilişkilidir. Hastalıklarla geçen yaşam süremiz ne kadar kısa; sağlıklı, mutlu, huzurlu geçirdiğimiz günlerin toplamı ne kadar uzunsa ömrümüz o kadar iyidir, kaliteli, güzeldir.
strong class'read-more-detail'Haberin DevamıDİKKAT
HAYATIMIZA LONGEVİTY GİRİYOR
Sağlıklı bir yaşam sürdüğümüz günlerin sayısı ne kadar uzunsa hayatımız o kadar anlamlı, keyifli, mutlu ve huzurlu olacaktır. Ama bu süre ne olursa olsun her canlı gibi insan ruhu ve bedeni de yaşlılıkla tanışacak, kucaklaşacak, ömrünün son bölümünü onunla kol kola girerek tamamlayacaktır. Ama şu bilgi de kesindir: Değişen "YENİ YAŞLILIK KAVRAMI" sayesinde yaşlılık da yaşlılar da ne bize ne de içinde yaşadığımız topluma yük olmayacak tam tersine bir tecrübe, bir hazine, bir birikim ve bir değerli kaynak olarak tanımlanacaktır. Bir başka deyişle yaşlılık daha önce de sık sık dile getirdiğim gibi kötü bir son değil yeni bir başlangıç, tatsız bir dibe vuruş değil keyifli bir bilgelik ve güçlü bir zirve yolculuğu olarak anımsanacaktır. Bilelim ki dünya değişiyor, bilimler gelişiyor. Bu değişim ve gelişmeler ise yaşlılık kavramına yeni, şaşırtıcı, mükemmel, mucize ve olumlu anlamlar yüklüyor. Longevity kavramı ve içerdiği anlam ise bunların en başında geliyor.
strong class'read-more-detail'Haberin DevamıUNUTMAYIN
GENETİK MİRAS KADER DEĞİLDİR
Yakın zamana kadar biz akademisyenler de tıpkı sizler gibi genetik mirasın temel bir belirleyici olduğunu düşünüyorduk. Yaşlılığımızı biçimlendiren şeyin de esasen çevre ve koşullar değil genetik miras olduğunu kabul ediyorduk. Hatta bu satırların yazarı olarak ben de 22 yıl önce yayımladığım ilk kitabım "YAŞASIN HAYAT"ta "GENETİK MİRAS KADER DEĞİLDİR" sloganıyla yola çıkmama rağmen genetik kurgumuzun nasıl yaşlanacağımız üzerinde en az yüzde 30 etkili olduğunu belirtmiştim. Oysa son 20 yılda çok ama çok şey değişti. Anladık ki genler bedenlerimizde uyku halinde mevcut iyi ve kötü tohumlardır ama onların hangilerinin aktif hale getirileceğine (çiçek açıp meyve vereceğine), hangilerinin pasifleştirileceğine yani hangi genlerin susturulup hangi genlerin coşturulacağına çevresel faktörler ve aklımızla yönettiğimiz yaşam tarzı alışkanlıklarımızla biz karar veriyoruz. Bir başka deyişle "