Genetik 'out' yaşam tarzı 'in'
Kendimize iyi bakmalı, sağlığımızı dikkatle korumalıyız!
Bu bildik cümleyi zannederim ben dahil pek çok sağlık uzmanından hemen her gün okuyor ya da işitiyorsunuz. Peki, düşündüğümüz kadar kolay bir şey mi sağlığı korumak Muhtemelen değil. Değil çünkü her konuda olduğu gibi burada da bazı sorunlar var. Temel sorunlardan biri "insanların geleceği planlamak yerine günü kurtarmayı ya da yaşamayı tercih etmeleri". Evet, durum net ve açık olarak aslında bu. "Gelecekten bana ne Ben bugünü kurtarmanın derdindeyim!" diyenlerin sayısı oldukça fazla. Haksızlar mı Hayır! Hayır çünkü biyolojimiz de bize "Yarın nasıl olsa öleceğimiz için yiyip içmemizi, keyfimize bakıp yan gelip yatmamızı, yarını düşünmek yerine yaşadığımız anın tadını çıkarmamızı" telkin ediyor. Muhtemelen de bu nedenle yaşlılığımızı, 60'lar 70'lerden sonraki zorlu yıllarımızı ya "şansımızın yaver gitmesine" ya "genetik mirasımızın gücüne" ya da "genetik problemlere", bazen de ikisine birden bağlayıp
işin içinden çıkmaya çalışıyoruz. Doğru mu Kesinlikle değil! Araştırmalara bakılırsa genetik "out", yaşam tarzı "in".
YENİ BİR SORU
GENETİK Mİ ÇEVRE Mİ ÖNEMLİ
Söz konusu ömür kalitesi ve süresi olduğunda bilim dünyasının ortak ve son kanaati şudur: Ömrümüzün süresi ve kalitesini belirlemede "genetik miras" değil "yaşam tarzı seçimlerimiz" ile "yaşadığımız çevre" daha etkili ve belirleyicidir. Özetle GENETİK MİRAS KADER DEĞİLDİR, yaşam tarzı değişimleri ve çevresel etkilerle önemli ölçüde değiştirilebilir.
İYİ HABER
GENETİĞİ ÇOK BÜYÜTMEYİN
Mademki "yarı uzun ömürlü yıllar"ımızı yani "60'lı 70'li ömür yaşı" hedeflerimizi geride bıraktık, yeni bir hayata yelken açıp "yeni uzun ömür"le "80'li 90'lı yaşları" -bir şansızlık ya da aksilik olmazsa- hedeflemeye başladık, o halde yeni ve farklı stratejilere, taktiklere ihtiyacımız olmalı. Bilim insanlarına göre şu bilgi çoktan kesinleşti:
30 yıl evvel ömür süremiz ve kalitemizin hepi topu yüzde 30'unun "genetik miras" ile bağlantılı olduğunu düşünüyorduk. 15-20 yıl evvel aynı bilim insanları bu rakamı aniden yüzde 20'lere indiriverdiler. Silikon Vadisi'nin girişimci, parlak ve hızla zenginleşen çocukları, hatta Stanford Üniversitesi'nin Uzun Ömür Araştırmaları Merkezi bile geçtiğimiz 10 yılda bu rakamdan da vazgeçtiler ve "Söz konusu yaşam kalitesi ve uzun ömürlülük olduğunda genetik en çok yüzde 10'luk bir belirleyicidir" dediler. Hatta bazı bilim insanları bu rakamı yüzde 5'e indirmeyi bile teklif ettiler. Haksız da sayılmazlar.
YENİ BİLGİ
PATRON EPİGENETİKTİR
Bilimsel araştırmalar diyor ki: "Biz ne olmaya karar verirsek, o oluruz. Çevremiz bizi ne olmaya teşvik ederse beden ve ruhumuz o yönde şekillenir."
Peki, neden Bu önemli, iddialı ve muazzam değişimin sebebi ne Yanıt tek bir sözcükte saklı: EPİGENETİK!
ÖNEMLİ
DNA 'BİLGİ' EPİGENETİK 'YAZILIM'DIR
Stanford Üniversitesi Longevity Uzun Yaşam Merkezi'nin kurucusu ve başkanı Laura L. Carstensen diyor ki: "Uzun ömür biliminin aslında GERİATRİ -yaşlı sağlığı ve hastalıkları bilimi- ile değil PEDİATRİ -çocuk sağlığı ve hastalıkları bilimi- ile başlaması gerekir". Carstensen'a göre, "Hatta başlangıcı doğumdan da öncesine, bebeğin anne rahmine düştüğü andan başlatmamız daha doğru olur. Zira anne ve babalarımızdan miras aldığımız genlerimiz tüm hücrelerimize kodlanmış olsa da bu genlere nasıl davranmaları gerektiği, ne zaman kapanıp, ne zaman açılmaları, ne zaman üretip, ne zaman durmaları ve benzeri tavsiyeleri ana rahmindeki ve bebeklikteki ömrümüz dahil yaşamımız boyunca yiyip içtiklerimiz, düşündüklerimiz, uyku kalitemiz, aktivite düzeyimiz, soluduğumuz hava, içtiğimiz su, maruz kaldığımız stresler, kısacası DNA'mızın dışındaki faktörler daha çok belirliyor."
Epigenetikteki bu heyecan ve ilham verici yeni bilgiler, kişisel kararlarımız ve seçimlerimizle, yaşadığımız çevresel koşulların genlerimizle konuştuğunu, onları iyi ya da kötü yönde değiştirebildiğini kanıtlıyor.
Özetle "DNA'mız ve 'GENOM'umuz sadece bir 'BİLGİ', 'EPİGENETİK' ise 'ona nasıl çalışacağını söyleyen, onun neleri yapacağını ya da yapmayacağını belirleyen değişken bir 'YAZILIM'dır."