Sosyal demokrasi ve komünizm

Komünizm kuramını ayrıntılı ve sistematik bir biçimde ilk defa geliştiren filozof Karl Marx'tır.Marx, Sanayi Devrimi'yle birlikte ortaya çıkan kapitalizmde, üretim araçlarının mülkiyetine sahip sınıfın, üretici işçi sınıfını sömürdüğünü ve sömürüye dayalı bu sınıflı toplum düzeninin kaçınılmaz olarak yıkılacağını, çünkü sömürüye dayalı sınıflı toplum düzenlerinin sürdürülebilir olmadığını, kapitalizmin tarihsel ekonomik koşulların zorunlu bir sonucu olarak, sosyalizme ve komünizme yol açacağını savunmuştu.Marx'a göre sosyalizm ve komünizm, kapitalizmin aksine, sınıfların ve sömürünün var olmadığı, emekçilerin emeklerine, ürettiklerine ve kendilerine yönelik bir yabancılaşma yaşamadıkları bir toplum düzenidir.Ancak 20. yüzyılda Marx'tan esinlenerek Rusya'da, Çin'de, Küba'da, Kuzey Kore'de, Vietnam'da gerçekleşen siyasi devrimler, Sanayi Devrimi'ni yaşamadan sosyalizme ve komünizme geçmeye çalıştılar. Bu ülkeler Marx'ın öngördüğü biçimde kapitalizmden komünizme değil, feodalizmden "komünizme" geçtiler.Rusya'da çarlık, Çin'de hanedanlık, Kore'de ve Vietnam'da sömürgecilik, Küba'da diktatörlük düzenlerinin bu devrimler sayesinde yıkılması nedeniyle, bu devrimler ilericidir. Ancak söz konusu ülkelerde sosyalizme ve komünizme geçiş süreci, Marx'ın öngördüğü biçimde gerçekleşmedi. Marx sosyalist-komünist düzene, Britanya, ABD, Hollanda, Belçika, Fransa, Almanya gibi sanayileşme sürecine giren ülkelerde geçileceğini savunuyordu.Sosyalist-komünist olduğunu iddia eden ülkelerde, toplumcu bir çerçevede, eğitim, sağlık, kültür, sanat, bilim, teknoloji gibi alanlarda önemli gelişmeler gerçekleşmiş olsa da Marx'ın sözünü ettiği sömürüsüz, sınıfsız ve yabancılaşmamış bir toplum modeli de hiçbir zaman sağlanamadı. Aynı durum Doğu Avrupa'daki eski Varşova Paktı üyesi ülkeler için de geçerlidir.Sosyalist-komünist olmak iddiasındaki bu ülkelerde üretim araçları özel mülkiyet statüsünde olmadığı için, tüm üretim araçları devletin kontrolünde olduğu için, sermaye sınıfının emekçi sınıfı sömürmesi söz konusu değildi. Ancak bu ülkelerde, devleti yöneten bürokrasi sınıfı ile emekçi sınıf arasında bir çelişki oluşmuştu ve bu anlamda yine sömürüye dayalı sınıflı bir toplum düzeni vardı. Bu ülkelerde emekçi sınıf, ekonomik açıdan ezilen sınıf statüsündeydi.Oysa Marx'a göre sosyalizm ve komünizm, emekçi sınıfı fakirliğe mahkûm eden, emekçi sınıfın emeğine, ürettiklerine ve kendisine yabancılaşmasına yol açan, bireyin toplumcu bir bilinçle kendisini gerçekleştirmesine engel olan bir düzen olamazdı.Sınıfları ortadan kaldırmak yerine, sınıfların arasındaki uçurumu asgari düzeye çekmeyi hedefleyen, bunu da özel sektöre alternatif güçlü bir kamu sektörü oluşturarak, sendikal hareketleri güçlendirerek,