Mutlakiyete giden süreç: Ordu ve yargının dönüştürülmesi

Dünkü yazım, tek adam rejiminin başlangıç noktası üzerineydi: AB üyelik vizyonu, milyarların hem Avrupa'dan doğrudan yatırım olarak hem dünyayı istila eden doların akmasından (hem de 70 milyar dolarlık Cumhuriyetin neredeyse tüm kazanımlarının satılmasından) kaynaklanan "ekonomik mucize" safsatası, türban, cumhurbaşkanı seçimi (Gül) ve ordu muhtırası üzerine inşa edilen mağduriyet nedeniyle AKP'nin oyunu yüzde 46'lara çıkararak, mutlak iktidar yolunda başlangıç-temel harçları koyduğunu yazmıştım.

Arkası tabii ki gelecekti.

Ordunun siyaset üzerinde vesayetinin bitirilmesi projesi hemen geldi. Ordunun siyaset üzerinde vesayetini savunan bir insan değilim. Bu vesayet bitirme projesi, orduda FETÖ'cü ve AKP'li olmayan yetenekli subayların tasfiye edilerek anayasal düzenin değil, iktidara biat eden bir ordunun oluşturulma projesi olarak uygulanacaktı.

MUTLAK İKTİDARA DOĞRU

Bu proje de aslında AKP'nin, anayasayı ve yasaları istediği gibi uygulayacağı, karşısında "tehlike" olarak gördüğü her kurumu "mümkün olduğu kadar AKP'lileştirerek", mutlak iktidarını kurma projesinin çok önemli bir tasfiye politikasının önemli parçasıydı.

Bu nedenle, eski orduyu tasfiye tepeden tırnağa sahtekârlıklarla dolu davalarla, binlerce suçsuz masum, kendini milletini ve vatanını savunmaya adamış subayların mahkûmiyeti ile sürecekti.

İlginç bir şekilde bu tasfiye 2007'de, büyük olayların yaşandığı sürecin bir parçası olarak, 2007 Haziran'ında Ergenekon projesiyle, Ümraniye'de bir gecekonduya konan 27 el bombası "bulunmasıyla" yürürlüğe kondu. İçlerinde asker, sivil, gazeteci, bilim insanı vb. bulunan "AKP'yi yıkmak için kurulan gizli örgüt" davası bir yıl sonra başlayacak ve 2016'da beraatla sonuçlanacaktı. Önemli olan çekilen acılar ve masumların itibarlarının ve hayatlarının yerle bir edilmesi değil. "Atı alanın Üsküdar'ı geçmesiydi."

BALYOZ TASFİYESİ

Tabii ana tasfiye davası Balyoz ile başlayacaktı. 2003'te Birinci Ordu'da yapılan bir plan semineri, 2010'da, Taraf adında bir pislik gazetede, AKP'ye karşı bir darbe planı olarak lanse edildi. Şimdi hapiste olan Bavulcu, tepeden tırnağa sahte dokümanları savcılığa teslim edecekti.

AKP/FETÖ birlikteliğinde bu görev tamamen Fethullahçılara verilecekti. Erdoğan ve iktidarı ise arka planda her türlü desteği verecek ve hatta "Ergenekon davasının savcısıyım" bile diyecekti. Kendi zırhlı arabasını, şimdi ülkeden kaçan Zekeriya Öz'e verecekti.

2010'da aynı zamanda anayasa değişikliğinde yargının iktidar kontrolüne girmesinde ilk adımlar atılacaktı.

Saygın anayasa hukukçusu Kemal Gözler: "26 maddelik değişikliklerin ikisi dışında neredeyse hepsi, temel hak ve hürriyetleri güçlendiren olumlu değişikliklerdir. Ancak bu değişikliklerin arasında iki adet (HSYK'nin ve Anayasa Mahkemesi'nin yapısının ve üye seçim usulünün değiştirilmesi) sıkıştırılıverilmiştir. Asıl amaç, Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulu'nun ve Anayasa Mahkemesi'nin yapısı ve üye seçim usulünün değiştirilerek, yargının siyasi iktidar tarafından ele geçirilmesiydi."

FETÖ'SÜZ BAŞARAMAZLARDI

AKP'nin devlette ve sivil hayatta en büyük müttefiki sonraki adıyla FETÖ örgütüydü. FETÖ'cü örgüt sivil hayatta sözde demokrat "kanaat önderleri"ni de devşirmişti. FETÖ ve bu liboşlar olmasaydı AKP ordu operasyonlarını yapamazdı ve topluma kabul ettirmekte zorluk yaşardı. İki yapışık kardeşin birlikteliği ve sinerjisi siyaseti ve ülkeyi yeniden biçimlendiriyordu.