1924'te Nâzım Hikmet'in "Putları Yıkıyoruz" yazılarının çıktığı Resimli Ay dergisini ve 2. Dünya Savaşı yıllarının etkili gazetesi Tan'ı çıkaran, Mavi Gözlü Dev, Nâzım Hikmet'in Son Yılları adlı kitaplarıyla tanıdığımız, Zekeriya Sertel'in (1890-1980) anılarından "Atatürk'ün ölümü ve cenaze töreni" başlıklı bölümü Hatırladıklarım'dan aktaracağım (Gözlem Yayınları, 3. basım, Mart 1977, s. 217-218).
VİCDANDA BİR HESAPLAŞMA"Atatürk'ün ölümü geniş halk yığınları arasında derin bir keder yaratmıştı. Memleketin yüreği durmuştu. Halkın Atatürk'ü ne kadar çok sevdiği şimdi daha iyi belli oluyordu.
Cenazesinin kaldırılacağı gün, bütün şehir halkı erkenden sokaklara dökülmüştü. Dolmabahçe'den Sultanahmet'e giden yol daha sabahtan Atatürk'e son saygı ödevini yapmak isteyen insanlarla dolmuştu. Karaköy'e kadar her yer insan doluydu.
Bütün millet ağlıyordu.
Bu hazin manzarayı seyrederken Atatürk'ün son 15 yıllık hayatı bir sinema filmi gibi gözlerimin önünden geçti.
O vakit vicdanımda bir hesaplaşma yapmak gereğini duydum."
AĞACI GÖRÜP ORMANI GÖREMEMEK"Sağlığında biz bu insana karşı hürriyet ve demokrasi savaşı yapmıştık. Onu, demokrasi ve hürriyet getirmediği için adeta suçlu sayıyorduk. Onun hareketlerini diktatörce buluyorduk. Çünkü o vakit ormanın içindeydik. Ağaçları görüyorduk, ama ormanı bütün büyüklüğü ile göremiyorduk.
Şimdi, geçenleri daha aydın görebiliyordum.
Atatürk memleketin sosyal, siyasi ve ekonomik hayatında büyük devrimler yapmıştı. Halifeliği ve padişahlığı yıkmış, yerine bir Cumhuriyet rejimi getirmişti. Halkın sosyal hayatında ve geleneklerinde birçok esaslı değişiklikler yapmıştı.
Birbiri ardına gerçekleştirdiği devrimler o zaman birçok hoşnutsuzluklar yaratmıştı. Halife ve padişahtan yana olanlar ona cephe almışlardı. İttihatçılar ona suikast tertiplemişlerdi. Şapka ve yazı devrimleri, tekkelerin ortadan kaldırılması, birçok kötü geleneklerin yıkılması bazı kimseleri tedirgin etmişti. Emperyalistler de memleket içinde isyanlar çıkarmışlardı. İstanbul'da bütün halifeci, padişahçı gerici basın Atatürk'e karşı yaylım ateşi açmıştı. Bütün bu koşullar içinde hürriyet ve demokrasi gelişebilir miydi
Tersine, devrim düşmanlarına karşı az çok ters davranmak gerekir. Atatürk de iç ve dış düşmanlara karşı ihtiyatlı, tedbirli bulunmak ihtiyacındaydı. Böyle olmakla birlikte Mussolini ve Hitler biçiminde diktatörlüğe gitmedi. Kişi yönetiminden çok Meclis egemenliğine, yani halk egemenliğine önem verdi. Bütün koşullar onun Doğulu bir diktatör olmasına elverişliydi. Fakat asker olmasına rağmen 'Benevolent diktatorship' diye adlandırdıkları biçimde yumuşak, sevimli ve akıllı bir otorite kurdu. Bu otorite diktatörlüklerde olduğu gibi korkuya değil, sevgiye dayanıyordu. Ona bu kuvveti veren şey, halkın kendisine sevgiyle bağlı olmasıydı.