Vahdet-i vücûd hakkında klasik dönemde yazılan kitaplar ve çağdaş akademik çalışmalar, görüş birliğiyle bu nazariyenin birkaç ilkeden oluştuğunu ve bütün diğer ayrıntının bu ilkelerden türediğini ifade eder.
Birincisi, "varlık olmak bakımından varlık Hak'tır" ilkesidir. Türkçede "varlık" kelimesi hem mastar anlamıyla varlık hem de var olan anlamında kullanıldığından herhangi yanlış anlamaya meydana vermemek için burada kastedilenin, Arapça vucûd kelimesinin karşılığı olacak şekilde mastar anlamıyla varlık olduğunu belirtmek gerekir. Yine vahdet-i vücudu savunanları da eleştirenleri de doğru anlamak için bu cümlenin doğru anlaşılması gerekir. Zira vahdet-i vücuda yönelik önemli eleştiriler yanlış anlama üzerine kurulmamakta, tam da İbnü'l-Arabî ve takipçilerinin kastettiği anlam eleştirilmektedir. Kısaca ifade edilecek olursa; bütün vahdet-i vücûdcu düşünürlere göre Tanrı varlığın kendisidir. Fakat varlık tek bir şeydir. İster fiziksel olsun ister ruhanî olsun bütün mevcutlar aslında varlık sayesinde var olurlar. Dahası, varlık sayesinde var olan bütün mevcutlar onun nispetlerinden ibarettir. Mevcutların varlığın nispeti olması, her bir nesnenin Tanrı'nın isimleri, tecellileri ve halleri olması demektir. Varlık, Tanrı'dan ibaret olduğuna göre varlık sadece zorunlu olabilir. Diğer deyişle filozof ve kelamcıların söylediği gibi varlık, zorunlu ve mümkün kısımlarına ayrılamaz. Tek bir varlık yani tek bir tanrı vardır ve diğer tüm mevcutlar O'nun nispetleri olarak var olur. Meseleyi anlaşılır kılmak için bir örnek verelim: Elimizdeki telefonun var olduğunu söylemek demek, telefonun Allah'a nispetinin bulunduğunu söylemek demektir. Buna göre telefonun kendisine ait müstakil bir varlıktan bahsedilemez. Varlık, yalnızca Allah'a ait hatta Allah'tan ibaret olduğundan telefon vardır diyebiliriz ve bununla telefonun Varlık'ın bir görünümü veya Hakk'ın bir hali, ismi ve nispeti olduğunu kastederiz. Bu sebeple telefonu mevcut hale getiren varlığı dikkate aldığımızda katmanlı bir durum vardır. Birinci katman, nispet anlamındaki varlıktır ve bu telefon ile Hak arasındaki ilişkiyi ifade eder. Telefon bir zaman içinde yaratılmış olduğundan bu nispet hâdistir. İkinci katman, nispet olmayan ve nispetin kendisine yapıldığı varlıktır. Bu da Hakk'a tekabül ettiğinden yaratılmış ve hâdis olmakla nitelenemez. Pekâlâ, telefon nasıl olup da Hakk'ın bir nispeti, ismi veya tecellisi olmaktadır Bu durum bizi vahdet-i vücudun ikinci temel cümlesine ulaştırır.
İkincisi, var olan şeylerin Allah'ın ilminde ezelî hakikatlerinin bulunmasıdır. Bu, meşhur ayân-ı sâbite görüşüdür. Vahdet-i vücudcular şeylerin hakikatlerinin Hakk'ın ilminde bulunduğunu söylemekle kalmadı, aynı zamanda bu hakikatlerin ezeli olduğunu da söylediler. Burada ezeliliğin ne anlama geldiğini doğru anlamadan genel olarak vahdet-i vücud anlaşılmamaktadır. Kastedilen tam olarak şu: Var olan şeylerin hakikatleri, Tanrı'nın ilminde bir suret yahut form olarak bulunur. Tanrı'nın ilmi, yaratılmış olmadığından bu ilmi suretler de yaratılmış değildir. Bunların yaratılması, hangi mertebede var oluyorlarsa o mertebede Allah'tan feyzeden varlıkla nitelenmelerinden ibarettir.

12