İdare ve siyaset

Bundan birkaç yıl önce bir sempozyum vesilesiyle Van'a gittim. Sağ olsun oradaki arkadaşlarımız tam bir misafirperverlik örneği sergilediler. Bizi ağırladılar, gezdirdiler ve pek çok kıymetli insanla tanıştırdılar. Gittiğimiz günün ertesinde sabah kahvaltısı için Van'da "Kahvaltıcılar Sokağı" olarak maruf bir mekâna gittik. Yanlış hatırlamıyorsam sokakta üç dükkân vardı ve hepsi de gayet rahat, güzel ve temiz görünüyordu. Fakat sokağın girişinde üç delikanlı otobüs terminallerindeki çığırtkanlar gibi "abi buraya gel, abi buraya gel" diye rahatsız edici bir ısrarla müşterileri davet ediyorlardı. Hakikaten mekânın nezâhetine de halel getiren bir görüntü oluşuyordu. Neyse bizi ağırlayan arkadaşların uygun gördüğü bir yere oturduk. Sonra girişte ısrarlarıyla müşterileri darlayan çalışanlardan birini çağırdım ve "Kardeşim zaten topu topu üç dükkan var burada, gelen müşteri bakıp mutlaka birine girecek. Kim söylüyor size böyle gelenleri darlayıp rahatsız edecek şekilde çağırmanızı". Arkadaş gayet ciddiyetle yılın sözünü söyledi: "He abi keşke Tayyip Erdoğan bu işe bir el atsa".

Türkiye'de tuhaf bir şekilde idare ile siyaseti karıştırma alışkanlığı var. Bu alışkanlık yeni de değil. Ben bile kırk yıllık mazisini hatırlıyorum. Siyasetten beklenenler ile idareden beklenenler hep karıştırılıyor. Oysa siyaset ile idare arasında fâil, mükellefiyet, ölçek ve süreç bakımından farklılıklar vardır. Bu bağlamda devlet adı verilen kurum hem içe ve dışa bakan yönleriyle hem de alt kurum ve kuruluşlarıyla yönetilmeye ihtiyaç duyar. Kuşkusuz farklı dönemlerin veya toplumların meşruiyet kabullerine, alışkanlıklarına ve değişen şartların dayatmalarına bağlı olarak siyaset ve idarenin işlev ve sınırlarında değişim olur. Bu nedenle muhtelif uygulamaları dikkate alan bir kısım siyaset bilimciler siyaset ve idare ayrımına karşı çıkmışlardır. Fakat değişim ve geçişkenlikler siyasetçi ile idareci arasında ayrım olmadığı anlamına gelmez. Tam tersine değişim süreci, geçişkenlikleri içerse de daima ayrımı muhafaza eder ve perçinler. Siyasetçi genel olarak devletin bütününü ilgilendiren iradenin şekillenmesi ve idarecilere esas teşkil edecek politikaların belirlenmesiyle ilgilidir. Bu sebeple siyasetçi devletin nasıl yönetileceği, iktidarın nasıl elde edileceği ve sürdürülebileceği, hangi ilkelere dayalı olarak kararlar alınacağı gibi soruların cevaplandığı, idealler ve değerlerle şekillenen bir nazariyeye dayanır. Siyasetçi uygulama alan ve şartlarını dikkate alarak büyük ölçekte halk iradesini temsil ve sevk etme, güç ve otorite mücadelesini yönetme, uygulamaya esas oluşturacak kararları alma işini görür. İdareci ise kendi sorumluluk alanıyla ilgili olarak siyasi iradenin kararlarını mevcut kanunlar çerçevesinde uygulamakla yükümlüdür.

Hiç şüphesiz ayrıntıya girdiğimizde epeyce tartışmalı konu çıkacak, belirli bir devlette neyin siyasetin neyin idarenin uhdesinde bulunduğunu kesişen ve ayrışan yönleriyle tespit etmek epeyce zahmetli bir incelemeye ihtiyaç duyacaktır. Fakat benim maksadım bu değil, sadece şuna dikkat çekmek istiyorum: Türkiye'de siyasetten ve siyasetin icra makamı olarak hükümetten beklentiler ile yerel idarelerden beklentiler zaman zaman birbirine karışıyor. Halkın gönlünü kazanma ve iradesini yönetme, tabii ki, siyasetçinin büyük yatırım ve sorunlarla uğraşmasının yanı sıra küçük ve yerel temaslarda bulunmasını da gerektirir. Lakin bu, küçük ölçekli ve yerel sorunların ve bu sorunları çözme inisiyatiflerinin siyasete havale edilmesini gerektirmez. Örnek vereyim. Anadolu'da on kilometre ilerisinde baraj olduğu halde kullanım suyu bulunmayan birçok köy var. Köylerde aşırı göçten dolayı ören olmuş bir yığın ev bulunuyor, bunlar köylerin görüntüsünü harabeye döndürüyor. Özellikle orta Anadolu'da hala yolları düzgün olmayan pek çok belde var. Sulu tarım yapılan yerlerde ana su kanallarından tarlalara giden arkların pek azı hariç tamamı, toprak zeminde bulunduğundan hem aşınmaya yol açıyor hem de tarla kenarlarında yar oluşturuyor. Ayrıca ulaşım yollarının altından geçen su arkları düzgün olmadığından yolları berbat hale getiriyor. Buna benzer sorunlar şehir merkezlerinde de görülüyor. Kanunlarımıza göre devletin valileri, kaymakamları ve yerel idarecilerinin bu sorunları tespit edip çözmek için cumhurbaşkanından talimat alması mı gerekiyor Her şeyi siyasallaştırınca herkes siyasetçi gibi davranmaya başlıyor. Herkes siyasetçi olamayacağından çözümleri sürekli ertelenen bir yığın sorunla yaşamaya devam ediyoruz. Kendisini ahlâkî zaaf olarak gösteren sorunlardan biri de bu. Bir latifeyle bitireyim: Keşke Tayyip Erdoğan bu işe bir el atsa!!!