Hiss-i müştereğin genişlemesi ve dönüşmesi

Klasik psikolojinin temel kavramlarından biri hiss-i müşterektir. Türkçeye "ortak duyu" olarak çeviriyoruz. Özelde Aritoteles psikolojisi genelde Meşşâî geleneğe ait psikoloji metinlerinin Arapçaya çevrilmesiyle İslam düşünce tarihinin temel kavramlarından biri haline gelmiştir. Daha sonra onuncu yüzyılda İbn Sînâ'nın meşhur Şifâ külliyatının Psikoloji (Nefs) bölümüyle de İslam ve Batı dünyasındaki kanonik anlatısı oluşmuştur. Klasik psikolojideki anlamıyla hiss-i müşterek, dokunma, görme, işitme, tatma ve koklama gibi dış duyu güçlerinden gelen verileri birleştirme ve algıda sürekliliği sağlama işlevi görür. Duyu verilerini birleştirme derken kastedilen, birbirinden farklı duyulardan gelen algıların tek bir kanalda toplaması, böylece mesela gözün gördüğü, kulağın işittiği ve dilin tattığı şeylerin aynı veya farklı şeyler olduğunu bilmeyi mümkün kılmasıdır. Algıda sürekliliği sağlamak işlevi de esas itibariyle bunun uzantısıdır. Duyulardan beyne gelen ardışık verileri tekrar tekrar algılayarak aynı şeyi idrak ettiğimizi kavramımızı sağlar. Hiss-i müşterek bir araya getirdiği verileri, hayale aktararak dış dünyaya dair duyusal idraklerimiz ile beynimizde bulunan iç güçlerimiz arasında aracılık eder. Başka bir ifadeyle hiss-i müşterek beynimizin duyularımıza, duyularımızın da fiziksel dünyaya açılan kapısıdır.

Her ne kadar sadece bireyin idrak güçlerini tahlil ederken hiss-i müşterekten bahsetsek de birey toplumla ne kadar ilişkiliyse hiss-i müşterek de o kadar toplumla ilişkilidir. Toplumu bireylerden oluşan bir şahs-ı manevi olarak anlarsak bireylerin hiss-i müştereklerinin toplamı, toplumun hiss-i müştereğini oluşturur. Bireylerin hiss-i müştereklerinin toplamı derken matematiksel bir toplamı kastetmiyorum. Nitekim toplum bireylerden oluşmakla birlikte onların matematiksel bir toplamı olmayıp daha ziyade onlardan oluşan bir şahs-ı manevidir. Benzer şekilde bireylerin hiss-i müştereği de bir araya geldiklerinde her bir ferdin hiss-i müştereğine indirgenemeyecek manevi bir hiss-i müşterek oluşturur.

Bunun anlamı şudur: Fertlerin ortaklaşa dokunduğu, gördüğü, işittiği, tattığı ve kokladığı şeyler, bir toplumun fiziksel dünyaya dair algısının ortak paydasını oluşturur. Hiss-i müşterek duyu algılarını hayale aktardığından yani hayalimiz esas itibariyle algılarımızla oluşup beslendiğinden toplumun hayali belleğini hiss-i müştereklerinin hayale aktardığı veriler belirler. Dahası, bütün bunlar aklın tefekkür edeceği malzemeyi oluşturur. Dolayısıyla hayal ve düşünceye konu olan şeylerin zemini hiss-i müşterekte oluşur. Bu bakımdan yediğimiz, içtiğimiz, gördüğümüz, seyrettiğimiz, dinlediğimiz, kısaca duyu araçlarıyla yaptığımız bütün eylemler, bir yandan zihnimizi besler bir yandan da zihin alışkanlıklarımızı oluşturur.

Sadece modern dünyada değil, bildiğimiz bütün dönemlerde toplumların hiss-i müşterekleri arasında tahmin edilemeyeceği kadar hızlı ve derin bir ilişki olagelmiştir. Özellikle düşünceler akışkan bir doğaya sahiptir. Hatta bazı tarihçiler düşüncelerin bulaşıcı hastalıklardan daha hızlı yayıldığını söyler. Savaş, ticaret ve göçler, sadece düşüncelerin değil, toplumsal alışkanlıkların, beğenilerin, temsillerin ve adetlerin toplumlar arası bir dolaşıma sahip olmasını mümkün kılmıştır. Bir görüş, buluş veya adetin bir havzadan diğerine intikali, klasik dünyanın ulaşım ve iletişim araçları hakkındaki modern tahayyülün kavraya-mayacağı kadar hızlıdır. Yine de eski dünyanın kendisine özgü şartları, büyük yıkımlar, toplu katliamlar, kitlesel köleleştirmeler gibi istisnai durumlar dışında dolaşımı olabildiğince doğal değişim sürecinin bir parçası olmaktan çıkarmamıştır. Değişimin doğal olmasının en büyük göstergesi, bir yenilikle karşılaşıldığında onu değerlendirmek, kabule şayan olan ve olmayan yönlerini takdir etmek ve karar vermek için yeterli zaman bulunmasıdır. Yani kişi ve toplumların bir tür takdir hakkını elinde tutmasıdır.

Son iki yüzyılda kitle iletişim ve ulaşım araçlarındaki gelişmeler hiss-i müştereğimizi tahmin edilemeyeceği kadar genişletti ve dönüşümüne uğrattı. Üstelik bu genişleme ve dönüşüm önemli ölçüde dünyadaki hâkim güçlerin kontrolünde ilerliyor. Dünyanın her bölgesinde insanlar, bilim, sinema, müzik, edebiyat ve moda da dahil muhtelif endüstrilerin ürettiği metaların ortak tüketicisi durumunda. Din, dil, millet, coğrafya gibi asli ortaklıkların hiçbiri olmadığı ve birbiriyle bir zeminde buluşma imkânı bulunmayan milyarlarca insanın dokunduğu, gördüğü, işittiği, tattığı ve kokladığı devasa bir ortak nesneler dünyası içinde yaşıyoruz. Kuşkusuz bunun bütün kişi ve kurumları aşan kontrolsüz bir tarafı vardır. Fakat asıl itibariyle bilinçli olarak teşvik edilen ve yönetici iradelerin yarıştığı, çekiştiği ve hâkim olmaya çalıştığı bir süreç. Mesela o günleri yaşayanlar hatırlayacaktır, baba Bush ile rahmetli Turgut Özal'ın 1989'daki görüşmesinin ana gündemi Hollywood filmlerinin Türkiye'de gösterimi olmuştu. Ardından 90'lı yıllardan itibaren Türk sineması Hollywood filmleriyle dolup taştı. Böylece sinemalar ve televizyonlar aracılığıyla Hollywood filmleri izleyenlerin gördüğü ve işittiği şeyler değişmeye başladı yani hiss-i müştereğinde dönüşüm oldu. Değişim ve dönüşüm orada kalmadı, muhtelif endüstrilerin oluşturduğu bütün değerlerimizi, beğenilerimizi ve alışkanlıklarımızı etkiledi ve hala doyuma ulaşmadığından etkilemeye devam ediyor.