Önceki yazımızda müziğin çevre ile ya da çevrenin müzik ile etkileşimi esasında fiziksel yönden yaptığımız tespitlerin manevi / duyusal / duygusal düzeyde de etkili oldukları malumdur.
Psikolojik düzeyde müzik, ilgili sinirleri uyaran, hareketlendiren, sakinleştiren ve gevşeten olarak duyular ve duygular yoluyla bedene doğrudan etki eder. Diğer bir söyleyişle insanın bedensel ve ruhsal hallerini birlikte kuşatır: Hızlı ve yüksek (dikey) tempolu müzik coşku ve heyecana (fiziki ve ruhi hareketliliğe) sebep olurken, yavaş (yatay) tempolu müzik rehavete, dalgınlığa ve hatta dış(arın)ın askıya alınmasına (duygu yoğunlaşmasına ve duygusal bir teslimiyete) sebep olur.
Dikeylik ya da yataklık esasında bunların yukarıda zikrettiğimiz her durumda bir estetiğe (güzelleştirilmeye, güzellik algı ve ideolojisine) tekabül etmesi müziğin bir diğer düzeyidir. Dikey ya da yatay her iki tutum da estetik olarak nitelenebilir ve zevke konu edilebilir.
Günümüzdeki beden - sahne mimarisi esasında video art'lar müşterek abartılı teşhirler, iğdiş edilmiş suretler, 'sahne giysi(sizlik)leri' tanımına uygun acaiplikler, tahrikkar danslar, ışık oyunları, garafikler, izleyicilerde yükselik, erişilmezlik duygusu uyandıran sahne düzenlemeleri… de estetiğe dahildir. Öyle ki, sesi çirkin olsa bile bir şarkıcının güzelliği / yakışıklılığı ve kendisini teşhir etme cesareti yine söz konusu mimari ve araçları yoluyla ve elbette elektronik müdahalelerle seyirciden gizlenebildiği gibi, seyirciler de bizzat o mimarinin bir parçası haline getirilebilmektedir.
Müzikte üçüncü bir düzey olan ahlakilik ise aynı zamanda inanç, kimlik ve kimselik beyanıdır. Medeniyet ve müzik ilişkisinin, belli bir inanışa (dine) tabi bulunan zihniyete, tasavvura, kültüre, zevke ve idrake göre işlenişi bu düzey itibariyledir. Daha açık bir söyleyişle müziğin kozmik ya da şu maddi dünyaya veya ilahiliğe ve dolayısıyla tecelliye dahil olup olmadığı bu bahisten yani ahlakiliğinden çıkarılır.
Müziğin son düzeyi ise felsefesidir. Müzik ve ölçü kelimeleri ayrılmaz bir şekilde iç içe geçtikleri için gerek hareket gerekse sükun bağlamında bir enerjinin ortaya çıkması, sönümlenmesi ya da iki durumda da bir dönüşüme uğraması, zaman ve mekanla ilişkisinin kurulması ve son tahlilde insan-Tanrı ilişkisinin açığa çıkarılması yani varlık bilime uzanması bakımından felsefeye konudur.
Zikrettiğimiz düzeyleriyle insanlığın tümünü kuşatan müziğin, siyasetler (resmi ideolojiler) tarafından da kullanılarak, bu yolla yığınların etki altına alınması ise vaka-i adiyedendir.
Nitekim, bizden bakacak olursak, daha öncesinde Osmanlı sarayında beslenen ve icra edilen Batı müziğinin yeni Türkiye'de kurumlaştırılmasına resmi olarak -ilki 1934 yılında yapılan- 1. Müzik Kurultayı ile başlandı ve hemen ardından Almanya'nın önemli müzik adamlarımdan Paul Hindemith ile Carl Ebert danışman olarak getirilip, ilk Devlet Konservatuvarı ile Musiki Muallim Mektebi'nin kuruluş çalışmaları başlatıldı.
Hindemith 1935-1938 yılları arasında belli zamanlarda, Ebert ise 1936-1945 yılları arasında kesintisiz olarak resmi ideolojinin -sözüm ona- müzik devriminde danışman, tiyatro ve opera yönetmeni olarak bulundular.

3