Zamanın kötülüğünden kokmak

Refikim Yasin Bostan cuma günkü köşe yazısında, ülkesini ve Türkiye'yi seven "Libya Genelkurmay Başkanı Haddad'ınhayatını kaybettiği" uçak kazasını zikrederek, "Bölge gergin" vurgusunu, şu cümlelerle temellendiriyordu:

"Bölgede başta İsrail olmak üzere çatışmaları körükleyenler mevzi kaybediyor (…) Kazanımlarını ellerinde tutmak için provokasyon yapıyorlar. Mesela… Ukrayna'da bir yanda masa kurma, diğer yanda çatışmaları derinleştirme çabaları var. Trump ve Putin kazanırken bazı Avrupa ülkeleri kaybediyor. Bu bağlamda, gemilerin insansız deniz araçlarıyla hedef alındığı, çatışmanın Karadeniz'e yayıldığı, hatta ötesine geçerek Akdeniz'e ulaştığı bir süreci takip ediyoruz (Ukrayna'dan fırlatılan bir kamikaze İHA, Libya açıklarında Rus gemisini hedef aldı.)

Türkiye semalarına girenkimliği belirsiz İHA'larda bu kapsamdadır. İlk İHA F-16'lar tarafından vuruldu. İkinci İHA İzmit'te, üçüncüsü Balıkesir'de bulundu. Bu İHA'lar nasıl geliyor Deniyor ki…Karadeniz'de müthiş bir elektronik harp savaşı yaşanıyor, çok güçlü karıştırıcılar var. Buraya kadar tamam. Ama akıl karıştıran başka detaylar da var. Bir kaynağımdan duydum…Manyas'taki İHA'nın kameraları sökülmüş. O İHA Balıkesir'e kadar görmeden nasıl geldi Yoksa oraya getirildi mi Bu İHA'lar Ukrayna'dan mı Rusya'dan mı atılmış YoksaKaradeniz'deki bir gemiden miRuslar "Yaşananlar provokasyon girişimi olabilir" diyor. Tüm boyutları hesaba katarak düşünmeliyiz."

Bostan'ın son cümlesi, "Bölge gerginliği" üzerine konuşma ehliyetinin zorunluluğundan, dolayısıyla söz konusu gerginliğin nedenlerini araştırma ve değerlendirme hakkından doğuyor. Fakat meselenin tabiatı gereğince içimizden bazılarına hak olan bu uğraş, herkesleştiğinde insanın hiç mi hiç hazzetmediği yarın endişesiyle birleşerek baş edilmesi güçleşen bir korkuya dönüşüyor.

Bundan olmalı, şu ya da bu vesileyle katıldığım her toplulukta mutlaka birileri bu fakiri de söz konusu hak ehline katarak bu politik tertiplerin, kuşatmaların, provokasyonların nereye varabileceğini; Türkiye'yi nasıl bir yarının beklediğini soruyorlar.

Bu soruya "geleceği ancak Allah bilir ve ancak O'nun feraset bahşetti kişiler gelecek hakkında tahmin yürütebilir" diye "genel bir karşılık" versem de muhataplarımın "Elbette, öyledir ama…" diyerek inançlarını beyan etmekle birlikte yine de somut ve rahatlatıcı birkaç cümle duymaya daha yakın durduklarını görüyorum.

"Endişeden yaratılmış" olmak bakımından haklılar da. Nitekim önceki gün Yalova'da terör örgütü DEAŞ'ın elemanlarına yönelik yapılan operasyonda üç polisimizin şehit olmasını münferit bir olay olarak almadığımız gibi, ABD-İsraili tarafından kurulduğu ilk günlerde İslamofobik maksatlarla kullanılan o örgütün, uzun zamandır Bostan'ın kelimeleriyle bölgesel kazanımlarını ellerinde tutmak isteyen devletlerin provokasyonlarını gerçekleştirme aracına dönüştüğünü hepimiz biliyoruz. Bu da algımızın mekan ve zaman şartlı olarak salt maddi sonuçlara göre şekillen(diril)diğini gösteriyor.

Endişenin yerleşikliğinden ve korkularımızın her yeni olayda tekrar depreşmesindan daha önemli husus ise, "Yoksa sizden öncekilerin çektikleriyle karşılaşmadan cennete girebileceğinizi mi sandınız Onlar öylesine yoksulluk ve sıkıntı çekmişler, öyle sarsılmışlardı ki peygamber ve yanındakiler, 'Allah'ın yardımı ne zaman gelecek' demeye başladılar. Bilesiniz ki Allah'ın yardımı yakındır." (Bakara 2/214) mealindeki İlahi hükümde, iki hakikatin müştereken beyan edilmiş olmasıdır. Ki bu aynı zamanda Müslüman olma ve Müslüman olarak yaşama farkının da beyanıdır. Diğer bir söyleyişle zamanın kötülüğüne mahsus korkulardan kurtulmada en doğru tutum Allah'a teslim olmaktır. Nitekim Müslüman da Allah'a teslim olandır.