Aslında süreç diyalektik anlamda birbiriyle bağlantılıiki momentten oluşmaktadır.
İlk momentte farklılığın uç noktayakadar itilmesi gerekir. Sömürgeci imgelemde sömürgeleştirilenlersadece medeniyetin dışına kovulmuş Ötekiler değildir. Aksine Öteki, mutlak bir yadsıma, ufkun en uzak noktası olarak kavranır veya üretilir. (…) 'Zenci doğası ve eğilimleri sadece Avrupalılarınkinden farklı olmakla kalmayıp onların tam tersi olan bir varlıktır. Nezaket ve şefkat onun kalbinde bastırılamaz ve ölümcül bir nefret uyandırır. Ama kamçılar, hakaretler ve küfürler onlarda minnettarlık, düşkünlük ve bozulmaz bir bağlılık yaratır!' Köleliğin kaldırılmasını savunan bir broşüre göre köle sahiplerinin zihniyeti işte budur. Avrupalı olmayan öznenin hareket etme, konuşma ve düşünme tarzı Avrupalıların tamamen zıddıdır.(…) İkinci momentte benliğin temeli olarak tersine çevrilmesi mümkün olur. Diğer deyişle sömürgeleştirilmiş ötekinin kötülüğü, barbarlığı ve ahlaksızlığı, Avrupalı benliğin iyiliğini, medeniliğini ve edebini mümkün kılan şeylerdir. Başta tuhaf, yabancı ve uzak görünen şeylerin böylece çok yakın ve derin olduğu görülür. Sömürgeleştirilenleri tanımak, onları görmek, hatta onlara dokunmak, bu bilgi ve temas sadece temsili alanda gerçekleşse ve sömürgelerle metropolde yaşanan gerçek öznelerle çok zayıf bir ilişki içinde olsa bile olmazsa olmaz şeylerdir. Köleyle yakından mücadele yürütme, tenindeki teri hissetme, kokusunu duyma efendinin yaşama gücünü tanımlar. Ancak bu yakınlık, mücadele içinde olan iki kimlik arasındaki ayrımları kesinlikle bulanıklaştırmaz. (…)
Avrupalı benliğin kimliği bu diyalektik hareket içinde üretilir. Sömürgeci özne mutlak bir öteki olarak inşa edildiği anda çok daha yüce bir birliğin içine alınabilir (iptal edilebilir ve yükseltilebilir). Mutlak öteki geri yansıtıldığında karşısında en düzgün olanı bulur. Metropolitan özne ancak sömürgeleştirilmiş kişileri karşısına alarak gerçek anlamda kendisi olabilir. Önce dışlamanın temel mantığı gibi görünen şeyin diyalektik bir tanıma ilişkisi olduğu görülür. Sömürgeci sömürgeleşmiş olanı bir yadsıma olarak üretir ama diyalektik bir bükülmeyle bu negatif ve sömürgeleşmiş kimlik bir kez daha yadsınarak pozitif sömürgeci benliği ortaya çıkarır. (…) Sadece Avrupalı kentlerin değil modern Avrupa düşüncesinin yaldızlı anıtları bile, Ötekiyle arasındaki yakın diyalektik mücadele üzerine inşa edilmiştir.Sömürgeci dünyanın aslında bu diyalektik yapının basitçe ikiye bölünmesine hiç boyun eğmediğine dikkat etmemiz gerekir.(…) Kısaca sömürgelerdeki gerçek toplumsal durum, asla saf karşıt güçlere ayrılmış mutlak ikiliklere indirgenmez. Gerçeklik her zaman çoğalan çeşitlilikler sunar. Ancak buradaki savımız, bu yüzeysel ikili yapıyı gerçekliğin değil sömürgeciliğin sunduğu, bunu kimlikleri ve başkalıkları üreten, sömürgeci dünyaya ikili ayrımlar dayatan soyut bir aygıt olarak yaptığıdır. (…) Diyalektik olan gerçeklik değil sömürgeciliktir.