Cilalı bir söyleyiş: Tevhit sanatı

Sanatın insanın nefsine, sanat nazariyatı ve eyleminin ise onun idrakine has olduğu bilindiği halde yine de tevhit ve sonuç yani eser konusunun öncelik bakımında tartışmalı olduğunu söylemiştik.

Ki bu tam da daha önce değindiğimiz "Tasvir yapmak yasaktır" sözünden hemen resim yapmamanın anlaşılmasıyla başlayan sanat probleminin ilk basamağıdır. Zira bu, bir inanma tarzının yani idrakin, salt bir tasavvurun hasılasına/esere indirgenmesi nedeniyle baştan problemlidir.

Bunu şöyle açabiliriz: Tasvir yapmak nefse mahsus bir hal ve eylem iken, yasaklama şeriata mahsustur. Şeriat, zıtlardan teşekkül eden nefsin yaratılış vasatına en uygun şekilde terbiye ve tezkiyesini (dini) ifade ederken, tasvir yapmak nefsin heva ve heves güçlerinin harekete geçirilmesini ifade eder. Dolayısıyla bir müçtehit heva ve hevese dair en uygun terbiye ve tezkiyeyi beyan etmekle birlikte, ilgili güçleri -Rabbimiz dışında- hüküm altına almanın imkansızlığını da iyi bilir.

Öte yandan nefis, terbiyeye karşı çıkma ve kirlenme özelliğine sahiptir. Bu nedenle mahiyeti ve sıhhati nedeniyle değil, nefsini sınırlanması nedeniyle fetvaya karşı çıkar; inancı nedeniyle karşı çık(a)madığı durumlarda ise onda bir boşluk arar ya da onu tevil etmeye kalkışır veya bir sentez yaparak kendince bir ara yol bulur; son durumda ise heva ve hevesinde ya en uygun vasata ya da aşırılığa teslim olur.

Nefsin bu yönelimlerini yukarıda zikrettiğimiz fetva üzerinden günümüz Müslüman sanatçılarında bizzat gözlemleyebiliriz:

a) Mevcut fetvaya uyarak tasvir yapmaz. Hatta "kuşkulu olandan sakınma" emri gereğince resim(lendirmen)in her türünü reddeder veya kendinde bir sanat istidadı bulunduğunu vehmediyor ve bunun bir nimet olduğunu düşünüyorsa bunun hakkını verme zorunluluğuyla örneğin inşa ve giydirme sureti olarak mimariyi, seslerin sureti olarak müziği seçer.

b) Her şeyi surete sokma özelliğine sahip olması bakımından nefsinin bu gücünü (heva ve hevesini) ya da istidadını soyut -bugünkü söylenişiyle sürreal- işlere yöneltir.

c) Özgürlüğü, kendisi gibi yaratılmış olan hiçbir şeye bağımlı olmamak için salt her şeyin tek (the) Yaratıcısına teslim olmak şeklinde değil, nefsinin ve dolayısıyla onun ilgili güçlerinin sevkinde serkeşlik etme, sanat fillerinde Lâyüs'el olduğunu sanma duygusuna, hatta kendini Salvador Dalí'yi gibi görme zannına kapılabilir.

d) Mezkur fetvaya imani zorunlulukları ve hassasiyetleri nedeniyle karşı çık(a)madığında, onun kendi zamanının şartlarına göre yenilenmesi gerektiğini dolayısıyla bu açıdan yetersiz kaldığını düşünebileceği gibi, yeni fetvaya ehil kimsenin bulunmadığına hükmederek, kendi başına içtihada kalkışabilir.

e) Müslüman sanatlarının yokluğuna değil ölümüne ya da yumuşak bir söyleyişle eskimişliğine inanarak, onu başat durumdaki Batı sanatının imkanlarıyla yeniden diriltme çabasına girişebilir ve iyimser bir bakışla sentez arayışına bağlana bilecek olan bu çabayla, Erol Akyavaş örneğindeki gibi kolaj artistiğine düşebilir.

Bu beş maddeden -sayıyı çoğaltmak mümkündür- baktığımızda günümüz Müslüman sanatçılarının anlayış olarak o beş eğilimden bir ya da birkaçına mensup olabildiklerini, sanatsal ilişkilerini de yine bu minvalde kurduklarını görebiliyoruz.