Antisemitizmi nefret suçu saymanın devlet terörüne dönüşmesi

Spinoza gibi erdemli kafir olarak nitelendirilmese de Hannah Arendt, özellikle Eichmann davasında Holokost'un nefretten değil,ilgililerinin sisteme zorunlu itaatinden yani kendilerine verilen emirlere sorgulamaksızın tabi olmalarından kaynaklandığını söylemesiyle Yahudi cemaatinin büyük baskısına maruz kalmıştı.

Arendt Nazilerden kaçıp ABD'ye sığınmış bir Yahudi olmasına rağmen hem Heidegger'in öğrencisi hem de Kantçı tefekküre sahip bir felsefeci olarak ahlak ve siyasette tüm ırkları, milliyetçilikleri aşan geniş bir düşünce yelpazesine sahipti. Bu nedenle şiddet, antisemitizm, emperyalizm, devrim, karanlık zaman… vb. kavramları işlerken ahlaki bir çerçevenin içinde durmaya özen göstermişti.

İlginç olan, zikrettiğimiz bağlamdaki tutum ve görüşleriyle kendisinin ve bizim zamanımızın entelektüellerini çokça etkilemiş olan Arendt'in düşüncelerinin, önerilerinin Gazze Soykırımı nedeniyle çok kısa bir sürede

silinivermiş olmasıdır.

Bunun felsefe planında değerlendirilmesi ayrı bir konudur. Salt yazı başlığımızdan baktığımızda, örneğin Arendt'in "Çoğu zaman unutulsa da Yahudi karşıtı hissiyatın, ancak büyük bir siyasi sorunla birleştirildiğinde ya da Yahudilerin bir grup olarak çıkarları toplumdaki büyük bir sınıfla açık bir çatışmaya girdiğinde siyasi bir anlam ve önem kazandığı açıktır. Polonya ve Romanya'da karmaşık sınıf şartları halkta Yahudilere karşı şiddetli bir nefretin doğmasına yol açmışsa da Orta ve Batı Avrupa ülkelerinden bildiğimiz kadarıyla modem antisemitizmin sebepleri ekonomik olmaktan ziyade siyasiydi." şeklindeki yorumu, şimdiki halde değerini yitirmiş hatta fî tarihine aitmişçesine çok çok gerilerde kalıvermiştir.

Çünkü, ABD-İsraili'nin HAMAS'ı yok etme planları uluslararası hukuku, BM ve savaş suçlarını yargılayan mahkemelerin kararlarını daha baştan geçersiz saydığı için siyasilik vasfını kendiliğinden kaybetmiş, bunun yerine hatta bunları baskılayarak geriye itecek şekilde sapkın bir teolojinin konusu haline gelmiştir.

Ulaşılan bu nokta Arendt'in öngörebileceği bir şey miydi bunu bilemeyiz ama, ABD-İsraili BM temsilcilerinin kendilerine yöneltilen "Filistinlileri neden katlediyor, Gazze'de neden soykırım yapıyorsunuz" sorusuna büyük bir pişkinlikle verdikleri "İyi de Tanrı Filistin'i bize armağan etti." cevabı karşısında düşünebilen herkesin akli dengesinin sarsıldığını biliyoruz. Dolayısıyla Gazze Soykırımı bu bağlamda siyasetin yani uluslararası politikanın konusu olmaktan çıkıp, kitabî, akli ve hukuki hiçbir karşılığı olmayan uydurulmuş sapkın teolojinin -ispatı zaten mümkün olmayan- bir deliline dönüştürülmüştür.

Bu sonuçları, ABD Başkanı Trump'ın dünya halkları ölçeğinde Yahudileri yeniden cilalama ve güzelleştirme planı eşliğinde düşündüğümüzde, çok yakın bir gelecekte antisemitizmi nefret suçu saymanın artık devlet terörüne dönüşeceğini de söyleyebiliriz.

Antisemitizm nefret suçu sayılmasının tarihi çok eski değildir. Danimarka'da 1939'da İsveç'te 1948'de yürürlüğe giren kanunlarla halk grubuna karşı din temelli nefret ve kışkırtmanın yasaklandığı; AB'de Council Framework Decision tarafından 2008'de alınan bir kararla AB üyesi devletlere ırk, renk, ulusal ya da etnik köken, din ya da inanç temelinde yapılan nefret suçlarını cezalandırma yükümlülüğü getirildiği; benzer minvalde ABD'de de 1990'da nefret suçları yasasının çıkarıldığı malumdur. Bu yasa ve kararların ortak yanı Yahudi düşmanlığı belirten söz ya da gösterilerin zikredilen kapsama dahil edilmesidir.