Nasrettin Hoca'nın satışa çıkardığı sarık latifesini hatırlamakta yarar var. Hoca sarığı sarmaya başlamış fakat ucu bir türlü gelmiyormuş. Tekrar bozup tekrar sarıyormuş fakat mümkün değil. Canı sıkılan hoca bakmış olacak gibi değil sarığını mezata vermiş. Orada bir alıcı çıkmış. Adamın kulağına eğilen hoca 'sen bu sarığı alma çünkü ucu bir türlü gelmiyor' demiş. Hayat bazen böyle ucu bir türlü gelmeyen sarık gibidir ve bitmez tükenmez tekrarında dönüp durur. Satsan satılmaz elinde tutsan değeri kalmaz. Alıcı çıksa bile vicdan, hak, hukuk onun boşluğunu görmeye hiç elvermez. Her latife kendince farklı yorumlara elverir mutlaka. Hoca'nın sarık hikayesinin de günümüze yansıyan pek çok izdüşümü var. Hani 'faydasız ilimden Allah'a sığınırım' sözü var ya onun gibi. Tekrarın faydasızlığından nereye sığınacağız acaba Sarığı sarmayı sürdürsek dışarıdan bakan bizi bir iş görüyor sanır. Kendimize baksak bir iş yapıyor gibi görünsek de beyhudeliğini biliriz.
Bir ülke dönüp dolanıp ucunu bulamadığı meselelerde kaybolurken hayatın sönüp gitmesi kabul edilebilir mi Zamanın hiç mi değeri yok Ömürler tesadüfen mi sürüklenir yaşamın biricikliğinde Hem bizim Hoca, hem sarığından kurtulmak isteyip hem de alıcıyı ondan geri tutmaya çalışırken neyin peşindedir Bana yaramayan, benim önümü açmayan, bana değer katıp huzur getirmeyen neden başkasının kucağında kalsın ki İnsanın erdemli bir varlık olarak kendisini gerçekleştirmesinin yolu bencillik midir Taraf olmadan bu ucu gelmez ve gelmeyecek sarıktan hepten kurtulup başı açık hür olmanın yolunu tutsak Bazen alıştığımız ve yaşadığımız şeyin bizi tükettiğini düşünsek Hatta ve hatta sarık sarmayı artık beceremediğimizi kabul etsek Birinden yardım almayı denesek Nasrettin Hoca, adama sarığı alma demekle anlamı ve eylemi ortada bırakırken her tür açılıma imkan veriyor aslında. Zaten latifeyi yaşatan da bu öz. Bir dil aradığında bir dil mutlaka bulursun. Anlaşılmaz sansan bile anlaşılırsın.
İşte tam burada başka bir latife ışır önümüzde. Hayat sarık misali uzayıp gidiyor, bir dalaş, bir körlük, bir vurdumduymazlık üreyip duruyor mu Üstelik herkesin belagatçi kesildiği meydan meydan ekran ekran kürsü kürsü gezdiği bir dönemde! Hele her şeyin konuşulup sanıldığı fakat her şeyin üstünün kapatıldığı ortamda Dil bulunmayacak mı Susmanın bile bir dil olarak işe yaramadığı görüldüğünde sarık misali sarmaya/ konuşmaya devam mı edilecek Nasrettin Hoca gibi latifelerinin hikmetinden sual olmaz nice meselenin nice latifeyi köklediği kabul edilir. Hayattır yaratıcı toprağı bir zeka çiçeklenişi sayılan latifelerin.
Hoca kaynaklarda Timurlular dönemine kadar indirilir. Bu halin tarihi bir gerçek olduğu varsayıldığında dışarıdan gelen kültür ve iktidar kullanma akımına karşı Nasrettin Hoca'nın cevabı müthiştir. Muhtemelen İran etkisinin de yaygınlaştığı, söz, şiir söylemenin öne çıktığı, değerin bununla ölçüldüğü bir zamanda Türkçe'nin ilk 2. Yeni mısraını yaratmış gibidir. Latife hoca ile unutulmaz eşini gece yarısı yatakta anar. Telaşla uyanan hoca eşinden bir kağıt, kalem ve hokka getirmesini ister. Kocasının istençlerine gergin bir imdat refleksiyle yetişir. İstediklerini önüne koyar. 'Yeşil yaprak arasında kara tavuk kızıl burun mu gitti' beytini yazmıştır Molla.