Dün akşam beni bir şeyler yerimden etti fakat...

Dün akşam beni bir şey, uyutmadı, diyecektim bundan imtina ettim çünkü beni uyutmayan şeyin tek başına olmadığını o ortadan kalksa bile ona benzerlerin ve onun ortaklarının varlıklarını sürdürüyor olacaklarını hatırladım. Dün akşam, beni tedirgin eden şeyden dem vuracaktım yine beri durdum, çünkü onun öyle bir başına eşikte beklemediğini oraya yalnız gelmediği gibi oradan ayrılsa bile yakınlarının bütün eşikleri aşındıracaklarını fark ettim. Dün gece çocukların ağlaması beni alt üst etti ne varlığımdan ne yaşamaktan huzur duydum diyecektim yine geri çekildim, dünyanın her yerinde Gazze'li çocukların uğradığına benzemese de bir mini basınçlı tencerenin ağzını kapar gibi hayattan alındıklarını, aç susuz, yetim bırakıldıklarını, ismi cismi meçhul nice adalarda, nice oda ve köşelerde titrek sapkın ellerin ateşiyle kavrulduklarını, daha dünyayı bilmeden dünyadan çıkarıldıklarını gözümün önüne getiriverdim.

Dün gece bu adamların, bu düzgün kostümlü, yüksek makamlı, sağlam korumalı, fena hat hutlu, dediğim dedik çaldığım düdük dedikli, malları mülkleri hesaba gelmeyen, boyunları kalın, sofraları şen, dünyaları ahiretleri gibi garantili ve sigortalı, her şartta ayağa kalkmaya meyilli, yenilse bile kutsal zaferlere yazgılı, vaktin oğulları ve kızları olmak yanında geleceğin emanetçileri, gemi gemi mal yürütücü, kar ve hesap tutucu, kolektif kötülük sembollerinin diş kıran cümleleri yüzünden yatağım taşlık kesildi diyecektim, dilimi tuttum, zihnimi sürgüne yolladım, sesi net, sanatı ve tavrı yüksek bir şarkıcının şehrin tenha bir köşesine saklanmış billur sesine tutunur gibi kendime geldim. Kendi güftemi kendim yazdım. Uzaktan gelen seslerde teselli aradım. Dünü de geceyi de rafa kaldırdım.

Dün gece değil etin sütün, değil peynirin pastırmanın, değil değil renk renk, lezzet lezzet tropikal meyvenin bir dilim gerçek ekmeğin bedelinin bile artık el yakıp umut kırdığını bir boş defterin ilk sayfasına not etmeye niyetlenecektim. Beşer nisyan ile malüldür, söz uçar yazı kalır bilinciyle yerimden kalktım. Sonra bulgurun makarnanın, balığın bir adet portakalın, bir bardak su yanında bir dal yeşil soğanın da değerinden şikayetçi, insansız kalmanın kemendiyle boyunlarının sıkıldıkça sıkıldığını hayal edip kalemi bir tarafa bıraktım. Denizin tuzu ne derece yabancıysa artık kendisinden kaçan balığa nehrin akışının, nazlı kıvrılışının da öyle yitik olduğunu bildim. Kendimden imtina edip çökecek bir köşe aradım. Başım ellerim arasında kayboldum.

Dün gece bir kitapta okuduğum bir cümle veya şiir yüzünden düzenim bozuldu değil, al, topyekün zaman bana dar geldi diye avunacaktım fakat nicedir has şiir gibi şah edebiyatın, soylu yazının, öykü, tiyatro hatta hatırat yazarlığının boynunun iyice büküldüğünü, muhterislerin, kerameti kendinden menkul menkıbe yazıcıları yanında aleme nizam verip buluta gölge akışı, rüzgara yön bilgisi, harflere uygun adım yürüyüş, duygu ve düşüncelere mutlak itaat telkin edicilerin egemenliği karşısında, sakalı parlak ve uzun, gözleri ışıklı ve sesi muzip bir keçi gibi muhayyel bir kayalığın üstüne sıçrayıp güneşin saltanatlı batış saatinde tesellilerin incisiyle avundum.