Sessizce oturmak mümkün mü

Başlangıçta ses (söz) vardı demek sessizliğin doğasını dolaylı itiraftır. Ve sessizliğin sadece dinginliğini değil diriliğini de ima eder. O sebepten gerek sükun, gerekse huzur olsun onu isteyenin derdi, özündeki ebedi mayaya dönmek ve ona teslim olmayı da içerir. Gerçi sesle ayrışır varlıklar birbirlerinden ama onları var kılan asıl değer bir sese sahip olmaları değil, sessizliğin dengesine erişmeleridir. Sessizlikte güven seste şüphe vardır hep. Sessizlik taklit edilemez. Ses ise hem kaydedilir hem de tatlidi yapılabilir. Ormanda otlayan bir ceylan avcı ayağının çıkardığı çıtırtıdan bu sebeple endişe duyar. Çünkü avcı sesi saklama derdindedir. Yoksa zaten etrafta her tür doğal ses vardır. Kalp de normal halinde atarken de ses çıkarır ama sanki sessizmiş sanılır. Ne zaman ki hastalık başlar işte o vakit vücudun dengesi bozulur duyulmayan sesler duyulur olur.

Motor ve makina çağı başlayalı beri ses gürültü kisvesiyle dünyanın her yerinde cirit atıyor. Sessizliği boğuyor. Gökte süzülen uçaklar, denizde yol olan gemiler, yollarda arabalar, evlerde elektronik aletler, metrolar, fabrikalar, okullar, yanımız yöremiz o ses yaratığı gürültüyle dolu. İnsan doğanın saatini bozduğundan olacak başında çalan çanı bir türlü susturamıyor. Nicedir bir yük gemisinin çok derinlerden saldığı uyarı sesi sabah uykularımıza bir merak efekti diye sokulamıyor. Ne çatıda yağmurun çıkardığı tatlı endişe var ne bahçelerde kırlangıç şenliği. Tren düdüklerinin bozkırda bir teselli hatırlatması gibi süzülüşü de yok. Sesle yarışan çok hızlı trenlerin göze yaydığı sert telkin, endişe verici.

Fakat, sessizlik dediğimiz, her şeyin susup öldüğü, donuk bir hali değil tam aksine ırmağın tatlı tatlı akışı benzeri seslerin birbiri içinde değer ve denge bulmasına karşılık gelir. Sadece suyun şırıltısı yoktur derede, ırmakta. Akarken topladığı yan seslerle de birleşmiştir. İnsanın 'yeryüzünden şairane bir mukim' olarak geçip gitme hakkı elinden alınalı beri o hop oturup hop kalkıyor. Sessizce bir yerde baş dakika geçiremiyor. Teyakkuz halinde sırasını bekleyen kurban misali bıçağın bilenme sesiyle ürperiyor. Hegel'e atfedilen bir anekdot tam da buna karşılık gelir gibi. Napolyon bütün şamatasıyla Hegel'in yaşadığı şehirden geçerken, hizmetçisi sakince koltuğunda oturan filozofa koşup; efendim herkes balkonlarda, Napolyon hazretlerinin geçişini izliyor, siz bakmayacak mısınız deyince, filozof hiç istifini bozmadan, desene tarih kapımızın önünden geçiyor' demiş. Bir yandan filozofla politikacının ayrıldığı yerdir burası. Biri kalabalıkla, diğeri tekillikle beslenir. Yine de şamataya, gürültüye karşı sessizliğin tinini ima eden bir yanı var bu anekdotun.

Bütün bu olup bitene rağmen arabalar, ev aletleri sessizlik niteliğiyle pazarlanmaya çalışılıyor. Şehirler 'sakin' sıfatıyla kendilerini ayrıştırmak derdinde. Tatil mekanları, akla hayale gelmeyen paralara alınıp satılan evler sessiz, sakin, doğayla uyumlu, huzur dolu bir ortama sahip oldukları iddiasıyla reklam ediliyor. 'Söz gümüşse sükut altındır' atasözü ise tam özünden soyulup başka bir anlam deliğine sokuluyor. Sükut eden kişinin konuşma dili ıskalanıyor. Susmak geri çekilmek değil sessizliğin hakkını teslim etmektir sonuçta.