Rage bait ya da başkalarının duygusu...

Nicedir trafiğe çıkmamaya ve araba kullanmamaya özen gösteriyorum. Vapur, tramvay, metro, otobüs veya metrobüs hangisi uygunsa ona yöneliyorum. Türkiye'de ister şehirlerarası yollarda isterse şehir içinde araç kullanın birdenbire insanların davranışlarının agresifleştiğini, şiddete meylettiğini gözlemlersiniz. Bu sebepten kendinizi değil diğer sürücüleri de gözlemek zorundasınızdır sürekli. Sürücülük sadece bir yetkinlik değil psikoloji meselesi olduğundan araçlar insanlaşıp tabiat değiştirirler. Hatta araba modeline göre şekillenmiş sürücü tutumları bile gözlemlersiniz abartısız. Beni mümkün olduğu kadar araçtan uzak tutan da tam bu oldu. Bir gün şehir içinde trafikte yol alırken nesnelere yani araçlara kızdığımı, onlara öfkelendiğimi bir süre sonra da elimde olmadan onlara benzeme tuzağına düştüğümü fark ettim. Çoğunluğun davranışı her zaman azınlığı etkiler. Hatta onların tercihleri normallik kazanabilir. Şehir gibi sosyal davranışlar da böyle şişer, bozulur, biçim ve ruh kaybına uğrar. Sakınmak en sağlıklı tercihtir.

Trafiğe benzer sakınıklığı adına sosyal medya dedikleri mecraları da gezerken göstermeli. İnternetin boşluğu her an sizi anaforuna çekebilir. Hatta çocuklar daha korunaksız oldukları için onlara karşı daha acımasızdır. Türkiye'de şu dönemde çocukların maruz kaldıkları internet ve ekran odaklı ( tablet, cep telefonu vs) şiddet korkunç boyuttadır. Aslında uzun vadede çocuklara hiçbir yeti kazandırmadığı gibi onların kişisel gelişmeleri, ruh dünyaları, aile ilişkileri ve akranlarıyla iletişimini de etkileyen bu canavar gerçekten vazgeçilmez midir Türlü renk, ışık, ses, hikaye, kahraman, obje, duygu daha da önemlisi dolaylı telkinlerle onları rehin alan bu kölelik ağları karşısında büyükler gittikçe çaresiz kalmaktadır. Sınır koymak muğlak bir tutuma dönüşmekte, çevresel etkilerin gücü her gün daha da artmaktadır. Çevremizi dikkatle gözlemlediğimizde neredeyse hiçbir çocuğa olumlu etkisi olmayan bu sistem nasıl böyle pervasızca hayatımıza sokulabilmekte sormaya değer.

Öte yandan hayatı bir trafik gibi düşündüğümüzde nesnelerin ve onları sembollerle ören pratiklerin içinde kaldığımız fark edilecektir. Bütün dünyada insan kendisi dışındaki başkalarının duygu ve davranışlarının izleyicisine dönüşmüş ve adeta kendi varlığının özünden uzaklaşmıştır. Şahsi hayatından kopan insan diğer kişilerin özellikle de kitlesel sembollerin takipçisine dönüşür. Müzikten futbola, popüler kültürden politikaya değil ağıp salınan bir döngüye kapılır. Zaten sosyal medya müzik, spor, politika hatta din gibi ortak raylar üzerinden onların asırlardır seçtikleri dil ve üslupla ilerler. Kurtuluş, başarı, mutluluk, güç, güncel referans ve yönlendirmelerle işlenir. Kişi bu yolla merkeze, sembolize edilen varlığın mümkünse kendisine yetmiyorsa yakınına düşmeyi arzular. Lakin sistemin kurgusu mümkün gösterip dışarda tutmaya bağlıdır. Yaklaştıkça arzu nasıl artarsa dışarda kaldıkça hırs yükselir. Tekrar adeta tutkuya evrilir. Tutkuyu rehabilite edecek güç olmayınca da öfke kaçınılmaz olur. Trafik, metro, vapur, sokak, okul, market şiddet merkezi oluyorsa bundandır.