Pornografik illüzyon ya da tanrıların arabaları

Geçtiğimiz haftalarda özel üniversitelerin birinde bir buluşma gerçekleştiği haberi paylaşıldı. Çok izlenen kuşak programları katılımcılarından birisinin davet edildiği organizasyona üniversiteli gençler olağanüstü ilgi göstermişler, merak ettikleri soruları sormuşlar. Çoktan bir popüler ikon, yıldız havasına bürünmüş yarışmacı ise buluşmanın renkli geçmesi için elinden geleni yapmış. Kılık kıyafetinden, oturup kalkmasından saç traşına değin başka bir alemin varlığına dönüşmüş konuk. Uzun süren ve nefes nefese izlenen bir yarışma programı birincisinin değil de bir katılımcının davet edilişi bile böylesi programlara yansıyan ilgi yaygınlığı yanında sosyolojik algıyı gösterir aslında. S. Zweig, bambaşka bir bağlamda, insanların bilindik simalara duyduğu yakınlığı anlatır. Doğduğu şehir Viyana'da tiyatro ve opera sanatçılarının etkili şöhretini anlatmak için bazı kişilerin sanatçıları getirip götüren atlı araba sürücülerini tanımayı bile bir statü olarak kabul ettiklerini yazar. Sanat o denli yüksek kabul görmektedir ki sanatçılara yakın duranlara bile yakınlaşmak insanları mutlu etmektedir. Bu çağsal nicelik ve nitelik farkının çarpıcı bir göstergedir.

Nicedir televizyon ekranları reklam pastasından aslan payını almak isteyenlerin her türlü fütursuzluğu yapabildikleri mecraya dönüşmüş halde Türkiye'de. Devletin kanalları dahi kitlenin iştahını kabartacak işlere girişmekten geri duramıyorlar. Mevcut iktidarın huzurunu kaçırmadıkları sürece her tür programı üretebilirler belli ki. Yeter ki kitleler onların illüzyonuyla uyuşup dursun. Bu sebepten mevcut durum sadece kanal işleticilerinin iştahı ve hırsıyla izah edilebilir mi Görünüşte herkesin memnun olduğu bir manzara hakkında akıl yürütüp yorum almanın imkanı var mı Görüntünün, tarihsel akışkanlığı kitlesel merakın pornografik köpürmesiyle birleşiyor artık günümüzde. Görüntü, haksız eşitliğin normallik kisvesine bürünüşü kadar şiddete batmış yitik bilincin afişe edilişi nicedir. Televizyon denilen aletin sosyal medyanın genişlemesiyle birlikte eski tahtını koruyamadığı bir gerçek olmakla birlikte kolaylıkla insan ve yayın ihlallerinin işlendiği odak olduğu da bir gerçek. Çünkü televizyon izleme alışkanlığı sadece sosyal bir etkinlik değil izleyicinin nice kimlik ilişkilerinin de yankılandığı bir alan. Salt haber alma ihtiyacı, bilgilenme, eğlenme, vakit geçirme arzusu değil seçtiği kanal üzerinden kimliğini gösterme isteği de var. Kimin doğru kimin yanlış söylediği önemli değildir böylesi hallerde. Ekran yüzleri, o yüzlere yöneticilerin taktıkları çeneler, kitlesel dürtülerin kabarmaya teşne yumuşak karın noktalarına bilinçli şekilde dokunmalar arasında aslında bir güç ve iktidar savaşıdır verilen. Para, siyaset, devlet, sosyal sınıf ve kimi çevrelerin zincirlendiği pek de şeffaf olmayan bir örüntüdür dönen.

Türkiye'de düşünen veya bir şekilde düşündüğünü özgürce ifade edip değer yaratan kişilerin ne yönden eseceği kestirilemeyen hukuki koğuşturmalara uğrama ihtimali hiç eksik değil. Televizyon kanallarında ise sabah akşam insanı ve toplumu çürük bir üzüm gibi ezdikten sonra çekirdeğinin yağını çıkarmaktan bile zerre miktar çekinmeyen programların adeta bilinçli şekilde teşvik edildiğini düşünmek abartı mı Hukuk insanı ve toplumu koruma aygıtı değil de gücü ve güçlüyü ayakta tutmaya indirgenebilir mi Televizyon programı denilen şey kendi kendini hazırlayan bir düzenek mi Arkasında yatan zihniyeti görmedikçe onu sağlıklı yorumlamak mümkün mü Her fırsatta, aile, kültür, medeniyet, toplum, inanç, çocuk diye meydanı inletenler olup bitenlerden habersiz sayılabilir mi Adı ister siyasi tartışma, ister bilgi yarışması, ister yemek, ister evlilik isterse başka bir şey olsun el ele pornografik bir illüzyonun merkezi değiller mi böylesi yapımlar Oradaki hırsla, kötüyle, suçla, ölümle, çatışmayla ilişkilendirilen milyonlarca insan pasifize edilmiş olmuyorlar mı Ya da ilgi, merak şehveti ötekinin varlık ihlaline dönüştürülmüyor mu