Söz her yerde, alabildiğine, tıka basa, ekranlarda, radyolarda, çarşı pazarda, sokakta, tren garlarında, uçak anonslarında, dersliklerde, mahkeme ve hastanelerde. Telkin eder gibi buyurur gibi çağırır gibi öldürür gibi uyarır gibi…Sanki hiç sahibi yokmuş yere düşüp kırılacak olsa, şıngırtısı kulak tırmalasa, dokunduğu kalp yara alsa, verdiği bilgi yanlış çıkıp hata yaptırsa, hak hukuk çiğneyip zulme dursa, hiç hiç ama hiç önemli değilmiş gibi. Söz, bir yüz taşıyan kafadan değil de mekanik iki dudaktan çıkıyormuşçasına hızla, alabildiğine dökülüp duruyor. Susmakla, acabayla, nezaketle, sabırla, bilgiyle, rikkatle, görgüyle ölçülmeden, kolayca, alışkanlıkların tütün sarısı benzeri, lekeli, koyu, ovsan, kazısan, yok saysan çıkmayacak türten. Bir torbaya doldurulsa, sıkıştırılıp dijital belleklerde saklansa, en gizli uçurumlardan yuvarlansa tükenmeyecek denli. Bunca sözmüş gibi görünen, bir şey söylüyormuş havasında konuşulan, evrenin sırrını çözmüşçesine şişine gerine sarfedilen onca söz, onca söz oluşu arasında olmayan tek şey sözün hakikati. Darası düşülse, tartılıp kalbe bastırılsa pas gibi kemirecek cinsten geçtim hakikatsizliği, dopdolu gerçek dışılık.
İnsanlar, insanlar her yerde. Kadınlara, yaşlı ve çocuklara bir şey denemez ama 1900'lerin başında Ortega Y Gasset'ye 'çağımızın gerçeği her yerin kalabalık olması, kafeler, sokaklar her yer tıklım tıklım insan dolu' dedirten türden bir yığılma, bir sel akışı görünümlü bedenler dalgalanışı. Ayakkabılar, elbiseler, kol saatleri, cep telefonları, sigaralar, cüzdanlar ve yaka kartları arasında erkekler, kadınlar. Fuarlarda, kongre ve spor karşılaşmalarında, metrolarda, havaalanları ve plajlarda insanın bulunduğu ve bulunma ihtimali olan her yerde, çok, fazla, alabildiğine, inanılmaz sayıda, kelle hesabıyla şu omuz hizasıyla bu kadar insan. Kainat yaratılalı beri hiç bu denli artmamıştı insan nüfusu. Yeryüzünde başka varlıklar yokmuşçasına uçak kaldırıp indirten, bina dikip yol açan, kredi kartı bastırıp dağıtan, bankacılar, borsacılar, tüccarlar, kasaplar, müdürler, politikacılar, meslek icat etmekte ustalaştığı için ünvan çatmakta zorlanmayan cinsten insan kalabalıkları. Amerika, Japonya, Çin, Hindistan aklına neresi gelirse çok olan fakat insan nerede, insan bu mu diye sorulduğunda, Sokrat'a gün ortası elinde fenerle aradığı cinsin dışında, kafa karışıklığına sebep olan çokluklar.
Cebinize para koyup marketlere dalsananız ihtiyaç değil hayal ürünü cipsler, gazlı içecekler, tavuk türleri, et çeşitleri, kumaşlar, mutfak eşyaları, teknolojisiyle övünen elektronik malzemeler, arabalar, yağmur, su, soğuk geçirmez kıyafetler, balıklar, pastalar,mobilyalar, temizlik malzemeleri, nokta nokta, parça parça hayatı parsellemiş, kimisi gerekli çoğunun ihtiyaç olup olmadığı meçhul, eşyalar, şekiller, malzemeler, tıkır tıkır açılıp kapanan kasa sesleri, bip bip öten kredi kartı onayı sinyalleri, çok yüksek binalar, her bir cephesinde yüzlerce cam levhanın bulunduğu gökdelenler, dünya sadece binadan oluşuyormuş duygusunu telkin eden yapılar. Çok, çok, parasıyla, dileyene, isteyene, hayal ettiğin yerde, renkte, biçimde binalar. Peki ya ev, ya yuva, ya mesken, ya sığınak 1+1 formülüyle, insanı boynundan tutup mekanın hücresine tıkan yokluk. Felsefe kadar sanatı, şiiri, öyküyü ve sinemayı ilgilendiren 1+1 buluşu. İki etmediği için bir de olmayan cinsten bir çokluk. Onca çokluk arasında yüz güldürüp gönül ısıtmayan nesneler geçiti.

17