Kış duygusu

Ne zaman elime boş bir kâğıt, üç beş de renkli kalem geçse hemen bir kış resmi yapmaya kurulurum.

İnce ince işlemeye doyamadığım çiçek desenleri misali çizdiğimden çok içimde kurduğum o buğulu duygunun çekimine kapılırım. Belki de bunda çocukluğuma dair mağara ışıkları gibi uzaktan görünüp kaybolan hatıra parçacıklarının etkisi vardır. Akdeniz tarafından gelerek Torosları aştıktan sonra karda tipide kasaba meydanında portakal, mandalina, limon, nar gibi meyveleri satan bir adam hatırlıyorum.

Yan yana durdukları vakit insanda tuhaf bir neşe ve uyum hevengi hissi uyandıran bu meyveler kışın insana sunduğu hayat ve umut çiçeği gibi geldi hep bana. El dokuması şalvarımsı keçe pantolonun paçalarının üstüne çektiği kırma beyazı yün çoraplar o adama heybetli bir hava verirdi. Mini gözleri, başına sardığı poşunun içinde daha bir manalı gözükürdü. Evimizin kasabaya tamamen nazır penceresinin önünden o adamın resmini yapmaya çalıştığımı hatırlıyorum. İçerde yanan sobanın da etkisiyle buğulanan pencere camı kar savruntularının arasında perdemsi bir havaya bürünür ve beni büyülerdi. Annem 'narı dökmeden ayıklayan mutlaka cennete gider' dediğinde daha da heyecanlanır, ileride iyice zirveleşen Toroslara bakar, cennetin bir dağ silsilesinin arkasındaki bilinmezlikte bulunduğuna inanırdım. O adam da şüphesiz cennetin bekçisi olmalıydı. Böyle bir adam gerçekten oldu mu ve ben sarı ile turuncunun umut veren bir lamba ışığı hâlinde içimi mest etmesini yaşadım mı tam bilmiyorum. Zaten böylesi manzaralar bir süre sonra hayal gücümüzün fırçasıyla durmadan değiştirilir sonra da yaşantı boyalarıyla renklendirilir. Fakat kış duygusu bir kere yuva yaptı mı içimizde o hep bir özlem olarak kanayıp durur.

Herkesin kendi meşrebine göre bir mevsim tutkusu vardır elbette fakat ben çocukluğumda onca üşümüşlüğüme, soğuktan ellerimin yanıp yüzümün kavruklaşmasına rağmen kışta kamçılayıcı bir yaşama neşesi buluyorum. Hatta diyorum ki çalışma fikri insana kıştan gelir. İçimizdeki tatlı tembelliğe karşı tabiatın bize çalışma şevki aşılaması ve varlığımızın neşvesi yapmasını kendime yakın sayıyorum. Soğuğunda insanın sürekli canını yakan bir taraf hep var kışın. Sıcak kadar soğuk da insanı perişan eder fakat her zaman kış daha çok yaşama imkânı barındırır sanki. Diyeceğim mevsimlerin çocuğu kıştır. Filozofu da odur. Bünyesindeki bitmez çocuksuluk da o eşsiz saflığından gelir. Bırakın çocukları, kar yağıp da her yeri kapladığında en azından kartopu yapıp arkadaşına fırlatmaktan ya da yokuş aşağı kayma hissinden pek az kişi kurtarabilir kendini. O adil ve tertemiz örtüsüyle kar şekiller kadar zamanı, sesler kadar duyguları da eşitler.

Kırların, ova ve dağların, uçsuz bucaksız bozkırların kışı da karı da birbirinden farklıdır ancak şehirler asıl sınavlarını kar altında verirler. Viyana, Berlin, Zürih, Oslo, Amsterdam, Münih, Bratislava, Lübliyana gibi pek çok şehri kar altında gördüm. Onların kışı karla beraber nasıl bir yaşama şenliğine dönüştürdüklerine şahit oldum. Şehrin bir toplanma yerine değil kolektif şuurun yaşama şiirine kavuşmasına hayretle baktım. Kar ve kış o şehrin denge göstergesidir. Nüfusun, alt ve üst yapı planlarının fakat asıl insan ve yaşama derecesinin aynasıdır. Dengesini bulmuş bir şehirde kış inanılmaz bir şefkatle ışıklarını yakar ve her köşeden sizi hayata çağırır. Yönetim aklının en çetin şartlar karşısında çare üretebilme gücünü gösterir.