Geçmiş duygusu...

Bazen geçmiş hiç olmasaydı hiç yaşanmasaydı diye düşünürüz. Bizi bu duyguya sürükleyen bir yığın sebep vardır. Çokça üzülmüşüzdür. İstemeden üzdüklerimiz olmuştur. Anlık patlamalar, ilerisi berisi hesaplanmadan sarfedilmiş sözler. Geç kalışlar. Kalkıp gidişler. Gidemeyişler. Suskunluğun zehirli bir ip misali dudaklarımızı yakıp geçmesi. Yine de bizimdir her yönüyle geçmiş. Hiç yaşanmamış olsaydı diye iç geçirmemiz onu yok saydığımızdan değil aksine daha bir sahiplenmemizdendir. Çoğunlukla da unuturuz zaten geçmişin sevgiden ırak taraflarını. Onları kırk değirmen taşıyla kapatılmış geçitlerde bırakırız. Fakat rüyalar Birden alınıveren ölüm haberleri Hiç ummadığınız bir seste can bulan çağrışımlar İnsanın ölü gömücülüğü, mezarcılığı, balbalcılığı, kabir yazıtçılığı sadece fiziki bir şey mi Ya insanın bir bahar fikri gibi yenilikçiliği

Geçmiş çok bileşenli bir dizi sebep sonuç etkisi içinde sadece yaşanıp gider mi Yoksa biz nicedir yaşanmakta, akmakta olanın içine katılıp onunla sürüklenip gider miyiz İrademiz nerede durur bu sürüklenişte Çok korunaklı bir toplum olduğumuz her yönden kollanıp korunduğumuz söylenenez. Tesadüfler, bizim dışımızda yapılmış hesaplar, gizli açık kavgalar, arzular, idealler, çaresizlikler velhasıl iç içe geçmiş sepeplerin içine doğarız. Aile kadar ailesizlik de adeta kaderimizdir. Çoklukla niyetlerimiz sayesinde ayrışırız olup bitenden. Başka yönler, başka yollar ararız. Hiçbir yerin cennet olmadığını anlamamız uzun sürmez. Yeni korunaklar arayıp niyet ve ideallerimizi gözden geçiririz. Fakat insanın bir başına her şeyden kayıtsız hayat sürebileceği zamanlar çoktan kapanmıştır. Gideceğimiz her yerde döneceğimiz her istikamette insanlar ve onların halleri çıkar karşımıza. Dünya insansız buzul çağına döner.

Geçmişi gözden geçirip de bazı şeyler hiç yaşanmasaydı dedirten yine de insanlardır sonuçta. Su kenarları, dağ başları, gölgelikler, sıcağın akıl karıştıran oyunları, yolların tozu, gecenin ve yıldızların şevki, bir daha benzerinin olmayacağını hissettiğiniz gün doğumları hep bir içleniş hatta ürperti olarak kalır içimizde. Ya insan O öyle mi Onlar da öyle midirler Eşyadan, görüntülerden, seslerden, ışıklardan ayrı düşebildiğimiz gibi insandan da ayrı kalabilir miyiz Bir anlık bakışın kalbimize hançer olup saplanmasını çekip çıkarabilir miyiz Hayatımızın en zor zamanlarında karşımıza dost nazarıyla oturup da muğlak bazı cümleler kurup muamma söylemiş gibi kalkıp gidişleri ne yaparız Bütün saflığımıza bürünüp yalnızca o anın mermer çıplaklığıyla içten söylediğimiz bir sözün gün gelip en yakın saydıklarımızın elinde yön levhaları gibi, cellat düğümü gibi sallanması ve oraya buraya çakılmasını görünce ne yaparız

Hafızasını kaybetmiş birisinin karşısına geçip de birlikte yaşanmış bazı olaylardan ve yapılmış konuşmalardan söz etmenin gereksizliğini acıyla fark ederiz. Çünkü hafıza sırı dökülmüş ayna gibi çözülüp karadığında insan için anlamsızdır. Geçmişten söz etmek hafızanın kuyu kapağını da açmaktır. O kuyu bir kez açıldığında kimin Yusuf'unun nereden çıkacağını kim bilebilir ki Bununla beraber kimse hafızasız kalmayı pek istemez. Dindirilemeyen aşk acıları, büyük kayıplar, travması bin yıl geçse silinmeyecek ayrıntılar bir yana, geçmiş bize bir çıkış fikri de verir. İbret almak gibi kavramsallaştırmaların dışında hayatımızı daha bir bizim kılmak adına gözden geçirilmesi gereken sayfalardır belki geçmiş duygusuna bakmak.