Eşitlik ideali diyecektim ilkin sonra vaz geçtim. Ne de olsa ideal içinde imkansızlığı da barındırıyor. Bir şey olmadığı zaman idealleştirilir çünkü çoğunlukla. Bekleyişi ise sonsuza dek sürebilir. Gerçeklik ise daha ayakları yere basan bir kavram. Bu sebepten 'eşitlik ilkesine ne oldu' diye sormak niçin hala eşitlik yok hükmünü de içeriyor. İnsanın antropolojik yaralarının ne çetin ağrılara yol açtığı bilinir. O ağrıların merkezine yaklaştıkça sancının arttığı da sır değildir. Fiziksel güce dayalı bir antropolojik okumanın makul ve tutarlı tarafları olabilir lakin fiziksel güç hükmünü zamanla kaybedince eşitsizliğin hala niçin sürdüğünü anlamak için başka kıstaslar gerekir. Çok çok uzak geçmiş bir yana son birkaç asırdır sanatçısından düşünürüne, aktivistinden ütopyacısına değin nice şahsiyetin dilinden düşürmediği bir kavramdır eşitlik. Güce karşı güçle değil akıl, hukuk ve maneviyatla, temel insani hakları kuşanarak adaletsizliğe karşı çıkanlar haksız değillerdi üstelik. Eşitlik insan olmanın vasfı değil sadece garantisiydi de. Tek başına insanlar arasında değil uluslar ve kıtalar arasında da her tür eşitsizlik alıp başını gitmişti. Fransız İhtilali'nin bir sonucu sayılan eşitlik kavramı ise ulus devletler yanında bireysel girişimlerin doğuşuyla sonuçlandı. 1917 Ekim Devrimi'nin can damarıydı eşitlik. Geçmişte ne dinler ne de büyük imparatorluklar idealleştirdikleri eşitliği hayata geçiremediler yine de. Yollar, denizler, dağlar aşılıyordu fakat insanı geçmek pek mümkün olmuyordu.
Denilebilir ki 19.yy ve 20.yy her tür eşitlik arayışlarının alabildiğine dalgalandığı yüzyıllar oldu. Bir yandan ideolojiler bir yandan demokrasi makyajlı kapitalizm insanlara eşitlik söylemiyle yaklaştı. Onu kuracağına mutlak kuracağına inandırdı. Komünizm gibi açık ideolojiler devleti yeni bir iktidar mekanizması olarak türetirken kapitalizm de şirketleri yüceltti. Sonunda her ikisini yönetenler ve yakın paydaşları eşitliğin pastasını daha çok aldılar. Sonuç mutlak eşitsizlik oldu. Her iki dünya savaşının sonunda merkezi Avrupa ve kimi uzak doğu ülkeleri kapitalizmin bileşeni olarak ekonomik ilerleme gösterdiler. Japonya ve Kore gibi ülkeler dünya rekabetinin aktörlerine dönüştüler bu sayede. Merkezinde Anadolu'nun bulunduğu Osmanlı'nın yıkılışıyla nice ulus devletler yaratıldı. İngiliz aklı petrolün gelecekteki kritik değerini öngördüğü için oldukça hesaplı davrandı. 21.yy bu hesabın sadece mini şaşmalarıyla doludur, sistematiği hayattadır hala.
Asya'da Çin'in taklitten teknolojik liderliğe sıçraması, Rusya'nın Avrupa ve Amerika karşısında yeni konum alma çabaları ve nihayetinde Amerikan Yüzyılı dedikleri çatının çatırdaması zihinleri hayli bulandırmış gözüküyor. Ekonomik ve askeri hedefler hep önemliydi fakat günümüzde her iki güç belki de ilk kez insani değer söylemini dışlayarak yol almaya çalışıyor. İnsan arada yokmuş ve bütün bu olup bitenler insanı ilgilendirmiyormuş gibi gösteriliyor. Rakamlar, hareketler, söylemler at başı gidiyor. Rusya kaç yıldır Ukrayna'da sanki insanlar üzerine ateş yağdırmıyor. Yetmedi son kapitalizm canavarı İsrail Gazze'de şunca zamandır taş taş üstüne bırakmadığı gibi gerçek değil sanal bir alemde ilerliyor. İsrail dine bulanmış katı bir kapitalizm atomudur.