Domates çocuklara ateş eder mi

Çocukken kadınların bahar başında güzden sekilere sakladıkları tohum keselerini özenle açışlarını sonra fidanlıkta yetiştirilecek fideler için hazırlanmalarını zevkle izlerdim. Birbirlerine yardımcı olmak için birkaç kadın birlikte girişirdi bu seramoniye. Kimin salatalık kimin kabak kimin patlıcan tohumuna ihtiyacı var belli olur, eksikler tamamlanır, fazlalar bölüşülüp değiştirilirdi. Elmas tüccarlarının pazarda özenle ağızlarını açtıkları keseleri hürmetle tutmalarına benzerdi el hareketleri. Yapılacak işler vardı. Evin yan tarafında hazır edilmiş, gübrelenip çapalanmış, sudan arındırılıp tarazlanmış yumuşak toprağa çalılar, odunlar, sırıklar dikilecek sonra da üzerleri naylonla kapatılacaktı. Yirminci yüzyılın çarpıcı icadı naylon, Amerika- Japonya çatışmasının sonucunda böylesi işe yarayacağını nereden bilsindi Bahar güneşi gün gün etrafı ısıtıp toprağı buğulandıra buğulandıra yaza doğru yol alırken naylonun altındaki tohumlar yavaş yavaş yeşerir, zayıf, çıplak çenekler patlar sonra da hızla civciv sürüsü gibi yol alıp çoğalırdı. Nisan ortası, Mayıs başı toprağın ısınmasına, mevsimin gevşemesine göre bağ veya bahçedeki bostanlar hazırlanır, çiziler çekilir, doğal gübreler fideler vaktin göğsüne bastırılırdı. İlk kez toprağa gömülen fidelere can suyu vermek elzemdi. Yoksa biberin, domatesin boynu bükülür, bahçenin değil evin sofranın hüznü artardı. Fakat ben…

Ben, ıslak tüylü, güneşin altında yeşilî gümüş ışıklı , teni ince perdeli domates fidelerini gider koklardım. Onların yuvadan henüz uçmamış kuş yavrularına benzeyen tüyümsü dallarına şaşırarak bakardım. Her fideye hürmetim, yakınlığım vardı. Hala fırsat buldukça balkonumdaki saksıya sanat püskülüne benzettiğim domates fidesini mutlaka sokuveririm. İşte bizim domatesler, güneşe ve suya doydukça ayağa kalkar sonra da altın sarısı çiçeklerini dökmeye dururdu. Dökme derdi bizimkiler, biberler döktü, kabaklar, salatalık ve domatesler döktü. Yani ürüne, verime durdu. Yeşil, göklükten çıkacak, hızla ayrışıp lezzet yarışına girecek, kabak biraz kararacak, salatalık gelinlik kız gibi ak pak olacak, biber ele gelince toplanacak, patlıcan mor donlar giyecek fakat domates kızaracak. İlkin utangaç bir kız yanağı gibi sonra da saltanatlı, kaftan kırmızısına dönecek. Göbeği biraz kararmış, hafiften delik, koparılma yerine doğru Hinkali Mantısı gibi büzüşecek…Yanına yaklaştıkça o hiçbir sebzede olmayan baygın kokuyu salacak, hayır, hayır, bıçakla değil, emekle, elle nazikçe, incitmeden yarılacak. İçindeki damak tümseği, bademcik dili ışığını yayacak. Biraz tuz, bir gıdım tuzla, dünyada olmanın armağanı olacak. Domates budur. İnsan ki bazen dünyaya sadece hakiki bir domatesi tuzlayıp ısırmak için gelir.

Domates doğurgandır, domates bereketidir. Toplandıkça tekrar döker. Yaz boyu sofrayı, salatayı, yemeği, pikniği, azığı şenlendirir. Güz yaklaştıkça salçaya göz kırpar. Son hamlede, güz kırağısı boynuna sarılıp dizlerini sarınca yemyeşil yavrular devşirilip sekilere, serin yerlere yayılır. Onun ucu açıktır. Dileyen turşuya, dileyen nefse kurabiye olur. Sonra ne oldu Bir söz aldı yürüdü. Yerli domates dayanıksızmış. Çok suluymuş. Kaya gibi domates fideleri varmış. Toprak çürütmez, yel, sıcak kemirmezmiş. Ver elini o zaman keselerden kurtulmaya. Tohumdan keseden vazgeçip hazıra konmaya. Pazardan fide toplamaya. Zahmete ne gerek. Fidanlığa, emeğe ne hacet Zaten tarım müdürlüğünde, zaten eczanede, markette, paketlerde, tohumluklar hazırmış. Antalya'da, Alanya'da çiftçiler bine bir alıyormuş. Bir de İsrail'den gelen tohumlar varmış. Mış, mış, mış…Antalya'dan Ege'ye, Marmara'dan gidebildiğin yere saçılmış İsrail tohumları. Mış, mış, mış.