Yazgıcılık ve sorumluluk - Doç. Dr. Ayşe Atalay
Yazgıcılık ya da alın yazısı öğretisi bilimsel bilgilerden yoksun toplumlarda çift yönlü bir ilişki içindedir. Yazgıcı düşünce biçimi antik Yunan tragedyalarında sıklıkla konu edilmiştir. Sofokles, Antigon adlı yapıtında koroyu şöyle konuşturur: "İnsanlar alınlarına yazılmış olan felaketlerden asla kaçıp kurtulamazlar." Bundan ötürü de insanlar içinde bulundukları koşullara boyun eğmeli, daha iyi bir yaşam biçimine yönelik bir arayış içine girmemelidir. Çünkü alın yazısına hiçbir şekilde karşı konulamaz. İnsan ne kadar çalışırsa çalışsın, ne yaparsa yapsın hiçbir şeyi değiştiremez. Sonuç önceden bellidir.
Görüldüğü gibi yazgıcı dünya görüşü toplumu ve bireyleri edilginleştiren ve var olan siyasal, ekonomik, yönetimsel düzenin sürmesini kolaylaştıran bir anlayışa doğru evrilme olasılığını da beraberinde getirmektedir.
Bu görüşe göre insanlar ne yaparlarsa yapsınlar ne kadar beceri sahibi olurlarsa olsunlar, kendileri dışındaki koşulların tutsağıdırlar. Bu bakımdan yazgıcılık öğretisi insana en küçük bir özgürlük alanı bırakmaz.
KARAMSARLIK, KEDER, HÜZÜNOysa Jean Paul Sartre'ın deyişiyle insan özgürlüğe mahkûmdur. Kendisini yazgısının gidişatına bırakmış bir insan ise eylemlerinin sonucunu çoğu kez acı deneyimlerle yaşar ve neden-sonuç ilişkisini kurmaktan da aciz olduğu için başına gelenlerden hep başka insanları (bu biraz doğal felaketler, kazalar şeklinde de cereyan eder) sorumlu tutar. Kendini daha üstün bir gücün boyunduruğu altına alarak bir tür zihinsel tembelliğe saplanıp kalır. Dolayısıyla eylemlerinin sonucundan kendini sorumlu tutmak, özeleştiri mekanizmasını çalıştırmak için kafa yormak, kısacası düşünmek gereksizdir. Bu tür düşünce yapısının egemen olduğu toplumlar ise çağdaş dünyaya uyum sağlamakta zorlanan, hatalarından ders almayan, dışa kapalı, içe dönük, her gün gündüz masalları ile ayakta uyuyan kayıtsız ve sorumsuz aktörlerin çoğunlukta olduğu bir sosyal doku geliştirirler.
Karamsarlık, keder, hüzün böyle bir toplumun karakteristiği haline gelir. Dolayısıyla toplumu oluşturan bireylerin azımsanmayacak bir bölümü neden-sonuç ilişkisini akılcı bir biçimde kavrayamadığından, yaşananlara bilimsel açıdan yaklaşamadığından yazgıcılığa dört elle sarılır. Bu bir kısır döngüdür. Toplum başı kesik tavuklar gibi kendi etrafında döner durur.
İLERLEME VE ÖZGÜRLÜKBaşka bir pencereden bakıldığında ise yönetici pozisyonunda olanların erklerini sürdürmek için yazgıcılığı egemen kılmaya çalıştıkları görülür. Çünkü yazgıcılığın karşıtı ilerleme ve özgürlüktür. Bu iki kavram ise despot yönetimlerin gerçekleşmesinden korktukları kavramlardır. Ancak toplumsal tarih gösteriyor ki insan yazgıcılığın getirdiği kölelik zincirlerini parçalamayı başarmış ve gitgide daha özgürleşmiştir. Artık o özgürce eyleyen ve eylemlerinin sorumluluğunu da cesurca üstlenen bir ergendir. Üstüne aldığı herhangi bir konuda bilgi sahibi olduğundan kendinden emindir. Çünkü yerine getirdiği eylemi kusursuz bir biçimde sona erdirmiştir. Dolayısıyla yalnızca kendisine karşı değil, topluma karşı da sorumlu olduğunun bilincindedir. Artık yaşantısını düzenlerken kendi dışındaki çevresel unsurların gölgesine sığınmak yerine aklını ve bilimi kullanmaktadır.