Önce bir ABC ile başlayalım. Biliyoruz ki sermaye/kapitalizm sürekli genişlemek, kazancını artırmak, büyümek zorundadır. Bu olgu, bir seçim olmanın ötesinde sermaye/kapitalizm için varoluşsal bir sorundur. Doğal olarak bu zorunluluk, sermayenin kendi coğrafi merkezinin dışına doğru genişlemesini de gerektirir. Tarihte bilimsel ve coğrafi keşifler ile sermayenin, coğrafi sınırları dışına çıkarak, sömürgecilik dönemi ile insanlık tarihine büyük acılar yaşattığını biliyoruz.
Sözü bugünlere yaklaştırırsak kapitalizmin 1970-1980'lerden itibaren küreselleşme/neoliberalizm gibi süslü bir adla yalnızca ekonomik değil, kültürel, toplumsal, psikolojik yönleriyle de tüm dünyayı altüst eden bir süreç başlattığını biliyoruz. Bu dönemde (az da olsa alım gücü olan) bireyi her açıdan kuşatan kapitalizm, görünüşte kendisine muhalefet eden ancak yaşamıyla konformist bir bataklığın içinde esir insan tipini yaratmayı da başardı.
EVRE ÜLKELERDEKİ ULUS DEVLETLER HEDEFTEKüreselleşme ile artık büyük oranda pazar niteliği taşıyan çevre ülkelerdeki ulus devletleri zayıflatmak, uluslararası sermayenin sınırsız kullanımına açılması amaçlandı. Ulus devletlerin ekonomik yapılanmalarını, kamucu yaklaşımlarını, sosyal adaleti sağlamaya ve ulusal üretimi desteklemeye yönelik kurumlarını yok etmek, kamusal ekonomik birikimi köpürtülen özelleştirme balonuyla bu kazanımları yerel ve bağlantılı uluslararası sermayeye aktarmak ilk hedefti. Türkiye de bu sürece 24 Ocak 1980 kararları ve hemen sonrasındaki 12 Eylül darbesi ve onu takip eden Özal dönemi politikaları ile eklemlendi.
Özal ve iller dönemleri, özellikle de AKP'nin 23 yıllık iktidarı sonunda, eğitim, sağlık, ulaşım, iletişim gibi alanlarda dahi yurttaşlar ve ülke büyük oranda özel sektörün insafına terk edilmiş durumda. Bu dönemde bir kısmı kullanılan, bir kısmı doğrudan kapitalizmin sözcülüğüne soyunan, yaşananlara entelektüel bir meşruiyet sağlama görevi edinmiş ikinci Cumhuriyetçi, neoliberalleri anımsatalım çünkü üstlenecekleri yeni rol için bekledikleri pusudan çıkmaya başladılar.
Küreselleşmenin çevre ülkelerdeki ulus devletleri yok etme/zayıflatma (ve yazının doğrudan konusu olmayan bireyi kuşatma) hedefi; ulus devletlerin tarihsel, toplumsal, yönetsel birikimlerini, kuruluş felsefelerini, kurucu ilkelerini yok etmeyi, çok parçalı, kutuplaşmış, mümkünse etnik-dinsel ölçeklerde bölünmüş bir ülke haline getirmeyi de kapsıyor. ünkü tarihsel, toplumsal ve felsefi dayanakları olan, kapsayıcı perspektife sahip ulus devletler tarihe karışmalı kapitalizm için. Ama özellikle 2008 krizinden sonra güçlendirilmeye çalışılan kapitalizmin merkez ülkelerinde değil, çevre ülkelerde.
BİR BÜTÜNÜN PARASISon dönemde yaşanan birbirinden bağımsız görünen olaylar, aslında bir bütünün parçası ve Türkiye'yi, Türk milletini kapitalizmin hedeflediği gelişmelere hazırlama amaçlıdır. Ülkemizin tamamen vahşi kapitalizme ve madenciliğe açılmak istenmesi de Suriye'deki iktidar değişikliğinin yansımaları da yeni başlatılan açılım süreci ile eşgüdümlü yürütülen Türk ulus devletini belirsizleştirmeye yönelik söylemler de hızla otoriterleşen tek adam rejimini tahkim etme amaçlı çalışmalar da üretimden uzak, yalnızca sıcak para ve finansal oyunlara dayanan, orta sınıfı yok eden ekonomiyi kalıcı hale getirme arzusu da hepsi bir bütünün parçası.